I. KABAHAT KAVRAMI
A. TANIM
Arapça kökenli bir sözcük olan kabahat, hukuk dilinde, hafif hapis, para cezası veya meslek ve sanattan alıkonulma ile cezalandırılan suç anlamlarına gelmektedir[1].
Kabahatler Kanunu’nun ‘Tanım’ başlıklı 2. maddesinde de kabahat deyiminden ne anlaşılması gerektiği hükme bağlanmak suretiyle kabahat kavramının tanımına yer verilmiştir. Mezkur hükümde, kabahat deyiminden, (ilgili) kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın anlaşılacağı ifade edilmiştir[2].
Bir başka tanıma göre kabahat, toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla cezalandırılan bir fiildir[3].
Bununla birlikte, ceza hukuku doktrini bakımından ortaçağdan beri tartışılan kabahatin tam olarak ne olduğu konusunun bir çözüme kavuşturulduğu söylenemez[4].
Öte yandan, kanunda yer verilen tanımın kabahat kavramını karşılamaktan ziyade kavramın bir niteliğini ifade ettiği ve ‘haksızlık’ tabiri yerine ‘fiil’ tabirinin kullanılmasının daha uygun olacağı ileri sürülmüştür[5].
Haksızlık, hak ve adalete aykırılık anlamlarını karşılamaktadır[6]. Buna göre, haksızlık tabiri, hak veya adalete aykırı fiil kavramını da kapsamaktadır. Yani, haksızlık ifadesi, fiil kavramına göre daha kapsamlıdır. Öte yandan, fiil kavramı, iş ve davranış anlamlarına gelmekte olup[7]; fiil kavramı her zaman için eylem, aksiyon veya hareketi içermektedir[8]. Oysa kabahat, bazen bir fiil olmaksızın veya eylemsizlik hali ile de işlenebilmektedir[9]. Dolayısıyla, ‘haksızlık’ tabiri yerine ‘fiil’ tabirinin kullanılmasının daha uygun olacağına ilişkin yukarıdaki paragrafta yer verilen görüşe katılmak mümkün olmamakla birlikte, kabahat kavramına ilişkin olarak kanunda hükme bağlanan tanımın daha isabetli olduğu söylenebilir.
B. TARİHSEL GELİŞİM
1. Genel
Kabahat kavramının genel manada tarihsel gelişimini açıklayabilmek için, öncelikle ceza kanunlarında yer alan suç ayrımlarına ilişkin sistemlere bakılması gerekmektedir.
Bazı ceza kanunlarında suçlar ağırlıklarına göre herhangi bir derecelendirilmeye tabi tutulmazken, bazı ceza kanunlarında suçlar ağırlıklarına göre derecelendirilmeye tabi tutulur. Ağırlıklarına göre suçları derecelendirmeye veya ayrıma tutan kanunlar incelendiğinde, ikili, üçlü ve dörtlü ayrımların benimsenebildiği görülmektedir. İkili ayrımda, ‘cürüm-kabahat’ veya ‘cürüm-cünha[10]’; üçlü ayrımda, ‘cürüm-cünha-kabahat’ veya ‘cürüm-cünha-hafif suç’; dörtlü ayrımda ise, ‘cinayet, cünha, hafif cünha, kabahat’ şeklinde ayrımların benimsenebildiği müşahede edilmektedir[11]. Bununla birlikte, 18. yüzyılın ikinci yarısında kabahatlerin dar anlamda suç olmaktan çıkarılması amacıyla Alman hukukçuları tarafından ilk kez idari ceza hukuku[12] ve genel ceza hukuku ayrımı yapılmıştır[13]. Bu ayrım ile, kabahatlerin, ceza kanunlarında yer alan suç ayrımlarına ilişkin yukarıda değinilen sistemlerden çıkarılmasının önü açılmış ve farklı kanuni görünümlerde de olsa kabahatlerin suç olmaktan çıkarılması eğilimi bir çok ülke mevzuatında benimsenmiştir[14].
2. Türk Hukuku’ndaki Gelişim
Suçların cinayet, cünha ve kabahat şeklinde üçlü ayrıma tutulması ilk defa Osmanlı dönemindeki 8 Ağustos 1858 tarihli Ceza Kanunu ile vaki olmuştur. Cumhuriyet döneminde ise, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu ile suçlar, ‘cürümler’ ve ‘kabahatler’ olarak ikili ayrıma tabi tutulmuştur. Bununla birlikte, 1980’lerden itibaren kabahatlerin suç olmaktan çıkarılması tartışılmaya başlanmıştır. 1986 ve 1989 tarihli Türk Ceza Kanunu Ön Tasarıları’na[15] da yansıyan kabahatlerin suç olmaktan çıkarılmasına ilişkin eğilim, tam olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile hayata geçmiştir. Bu kanunla suçlar arasındaki cürüm-kabahat ayrımına son verilmiş ve Ceza Kanunu’nda kabahatlere yer verilmemiştir. Böylece ceza hukuku yaptırımlarının yalnızca suçlara uygulanması kabul edilmiştir. Ancak, kabahatlerin suç olmaktan çıkarılmasının sonucunda, kabahatlere ilişkin olarak sorumluluk ve yaptırım sisteminin oluşturulması zorunluluğuna binaen, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu çıkarılmıştır.
II. KABAHATLER KANUNU’NUN AMAÇ VE KAPSAMI, UYGULAMA ALANI VE KABAHATLER BAKIMINDAN KANUNİLİK İLKESİ
A. KABAHATLER KANUNU’NUN AMAÇ VE KAPSAMI
1. Genel
Kabahatler Kanunu ile, toplum düzenini, genel ahlâkı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amaçlanmıştır[16]. Kabahatler Kanunu’nda, bu amaç kapsamında, kabahatlere ilişkin genel ilkeler, kabahatler karşılığında uygulanabilecek olan idarî yaptırımların türleri ve sonuçları, kabahatler dolayısıyla karar alma süreci, idarî yaptırıma ilişkin kararlara karşı kanun yolu, idarî yaptırım kararlarının yerine getirilmesine ilişkin esaslar belirlenmiş ve çeşitli kabahatler tanımlanmıştır[17].
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile kabahatlerin suç olmaktan çıkarılmasının sonucunda, kabahatlere ilişkin olarak sorumluluk ve yaptırım sisteminin oluşturulması zorunluluğuna binaen 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun çıkarıldığı yukarıda ifade edilmişti. Öte yandan, Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan ve TBMM Başkanlığı’na arzı 28/02/2005 tarihinde Bakanlar Kurulu’nca kararlaştırılan Kabahatler Kanunu Tasarısı’nın genel gerekçesinde, idari nitelikteki ceza yaptırımlarına ilişkin düzenlemeler bakımından sistem birliğinin ve ahengin sağlanması düşüncesiyle tasarının hazırlandığı ifade edilmiştir. Bu noktada, kanunun 1. maddesi ile tasarının gerekçesinin birlikte değerlendirilmesinden, Kabahatler Kanunu’nun amacının, toplum düzeninin, genel ahlâkın, genel sağlığın, çevrenin ve ekonomik düzenin koruması ile birlikte, idari nitelikteki ceza yaptırımlarına ilişkin düzenlemeler bakımından sistem birliğinin sağlanması olduğu söylenebilir.
2. Genel Kanun Niteliği
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihteki haliyle 3. maddesinde, “Bu kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır.” hükmü yer almaktaydı. Bu hüküm, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir[18]. İptal kararı; “…Başvuru kararında, kuralın, hukuk devletinin unsurlarından olan belirlilik ve hukuki güvenlik ilkeleri ve idarenin her türlü eylem ve işleminin idari yargı denetimine tabi tutulması gereği ile bağdaşmadığı bu nedenle Anayasa’nın 2., 125. ve 155. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. / Anayasa’nın 125 maddesinin birinci fıkrasında, “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır”; 140. maddesinin birinci fıkrasında, “Hakimler ve savcılar adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları olarak görev yaparlar”; 142. maddesinde “Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir”; 155. maddesinin birinci fıkrasında da, “Danıştay, idarî mahkemelerce verilen kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunda gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar” denilmektedir. Bu kurallara göre, Anayasa’da idarî ve adlî yargının ayrılığı kabul edilmiştir. Bu ayrım uyarınca idarenin kamu gücü kullandığı ve kamu hukuku alanına giren işlem ve eylemleri idarî yargı, özel hukuk alanına giren işlemleri de adli yargı denetimine tâbi olacaktır. Buna bağlı olarak idarî yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adlî yargının görevlendirilmesi konusunda yasakoyucunun geniş takdir hakkının bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. / Ceza hukukundaki gelişmelere koşut olarak, kimi yasal düzenlemelerde basit nitelikte görülen suçlar hakkında idari yaptırımlara yer verildiği görülmektedir. Daha ağır suç oluşturan eylemler için verilen idari para cezalarına karşı yapılacak başvurularda konunun idare hukukundan çok ceza hukukunu ilgilendirmesi nedeniyle adli yargının görevli olması doğaldır. Ancak, idare hukuku esaslarına göre tesis edilen bir idari işlemin, sadece para cezası yaptırımı içermesine bakılarak denetiminin idari yargı alanından çıkarılarak adli yargıya bırakılması olanaklı değildir. / Bu durumda, itiraz konusu kuralla diğer yasalardaki kabahatlere yollama yapılarak, yalnızca yaptırımın türünden hareketle ve idari yargının denetimine tabi tutulması gereken alanlar gözetilmeden, bunları da kapsayacak biçimde başvuru yolu, itiraz, bunlara ilişkin usûl ve esasların değiştirilmesi, Anayasa’nın 125. ve 155. maddelerine aykırıdır, Kural’ın iptali gerekir…” gerekçesini taşımaktadır.
Mahkemenin iki üyesi ise “…Yasakoyucu, aralarında sistem birliği ve uyum bulunmayan özel kanunlardaki çeşitli fiiller karşılığında öngörülen idari yaptırımlar ile suç olmaktan çıkartılmak istenen kabahat fiillerinin, genel nitelikli bir kanunla düzenlenmesinde kamu yararı görmüş ve bu düşünceyle de kabahatler karşılığında öngörülen idari yaptırım kararlarının, bir idari işlem olmasından çok cezalandırma amacı baskın ve ceza hukukunun genel ilkeleriyle daha yakın ilişki içinde olan bir hukuki işlem olduğunu kabul ederek, bunlara uygulanacak genel hükümler yanında, kabahatler karşılığında öngörülen idari para cezası ile mülkiyetin kamuya geçirilmesi kararlarına karşı idari yargı yerine ceza mahkemesine başvurulabilmesini mümkün kılan hükümlerin bulunduğu Kabahatler Kanunu’nu yasalaştırmıştır. / İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı kimsenin cezalandırılamayacağına, ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirlerinin kanunla konulacağına, mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğine ilişkin, Anayasa’nın 38. ve 142. maddelerinde belirtilen ilkelere ve ceza hukukunun genel prensiplerine uygun olmak koşuluyla, bu tür düzenlemelerin yasakoyucu tarafından yapılabileceğinde duraksama bulunmamaktadır. Buna göre, idari yaptırım kararlarının ağırlıklı olarak cezalandırma amacı taşıdığını gözeten yasakoyucunun, söz konusu Kanun’da uygulamaya yönelik diğer genel hükümlerle birlikte, idari yaptırım kararlarına karşı ceza mahkemesine başvurmayı öngörmesi, ona Anayasa tarafından tanınan yasama yetkisinin gereği ve kaçınılmaz sonucu olduğunda kuşku yoktur. Kabahat fiilinin, ceza hukukunun genel ilkeleriyle ilişki içinde olduğunun baştan kabul edilmesi, ona ve idari yaptırım kararlarına karşı yapılacak itirazları idari yargı dışına taşıyan temel düşüncedir. O nedenle Anayasa’da yer alan idari yargı ayırımına ilişkin düzenlemeleri(n), ceza mahkemesinin yetkilendirilmesini düzenleyen kuralla ilişkilendirilmek veya onlara aykırı görmek olanaksızdır. Diğer taraftan, böyle bir düzenlemeyi Anayasa’ya aykırı kılan, Anayasa’da engelleyici veya buyurucu bir başka kural da bulunmamaktadır. / İtiraz konusu 3. maddede ise, “Bu Kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır” denilmektedir. / Bu maddeyle Kabahatler Kanunu’nda yer alan ve “ceza mahkemesini yetkili kılan düzenlemenin de içinde olduğu genel hükümlerin”, “özel kanunlardaki kabahatler” için de uygulanacağı hüküm altına alınmış, böylece yasa koyucunun amacına uygun şekilde uygulamada birlik ve ahenk sağlanarak, hukuk güvenliği tesis edilmiştir. / Kabahatler Kanunu’nda yer alan ve bir kısım hükümlerine yönelik Anayasa’ya aykırılık itirazları da çoğunluk tarafından yerinde görülmeyerek reddedilen “genel hükümlerin”, diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanmasını sağlamaktan başka işlevi olmayan itiraz konusu 3. madde Anayasa’ya aykırı değildir…” gerekçesiyle karara katılmamışlardır.
Kabahatler Kanunu Tasarısı’nın genel gerekçesinde belirtildiği ve malum olduğu üzere, bir haksızlığın veya haksızlık oluşturan bir fiilin suç veya kabahat olarak tanımlanmasında, izlenen suç politikası etkili olmaktadır. Haksızlık içeren bir fiile ilişkin toplumsal algının ve buna bağlı olarak devletin suç politikasının değişmesi ile birlikte, bir kabahatin suç veya bir suçun kabahat olması doğaldır. Bununla birlikte, adına ne denirse densin, idari suçların veya kabahatlerin, idare hukuku ve teorisinden daha çok, yaptırım teorisi ve ceza hukukuyla ilgili olduğu düşünülmektedir. Bu sebeple, kabahatlerin veya idari yaptırımların, yetki, şekil, sebep, konu ve maksat unsurlarının hukuka uygunluğu yönünden idari yargı denetimine tabi tutulması yerine, ceza hukuku kural ve ilkeleri kapsamında bir denetime tabi tutulmasının daha isabetli olduğu değerlendirilmektedir. Nitekim, Kabahatler Kanunu’nun geneline bakıldığında da, Ceza Kanunu ve ceza hukuku kural, kavram ve ilkelerinin kanuna egemen olduğu görülmektedir. Bu düşünce ve değerlendirmeler neticesinde, kanunun 3. maddesinin iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesi kararına katılmanın mümkün olmadığı ve karara muhalif olan üyelerin görüşlerinin daha isabetli olduğu söylenebilir.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra oluşacak boşluğu gidermek ve özellikle üst kurullara ilişkin kanunlarda bu kurulların vereceği idari para cezalarına karşı ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’a gidilebilmesine imkan tanımak amacıyla[19] 5560 sayılı Kanun’un 31. maddesi ile Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesi yeniden düzenlenmiştir. Halen yürürlükte bulunan yeni düzenleme ile, kanunun 3. maddesinde, “Bu Kanunun;
- a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
- b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır.” hükmüne yer verilmiştir. Bu hükmün iptal edilmesi için açılan davalar bu kez reddedilmiştir[20]. Anayasa Mahkemesi’nin kararı; “…Başvuru kararlarında, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 günlü, E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararında idarenin kamu gücünü kullandığı ve kamu hukuku alanına giren işlem ve eylemlerinin idari yargı denetimine tabi olacağı belirtilmiş iken getirilen yeni düzenlemede adli yargının genel görevli kabul edilmesinin iptal kararı gerekçesinin dikkate alınmadığını gösterdiği, idare hukuku ilkelerine göre tesis edilmiş olan işlemlere karşı idari yargı yoluna başvurulabilmesi için bu yönde yasal bir düzenlemenin varlığının koşul olarak aranmasının Anayasa’ya aykırı olduğu, söz konusu düzenlemenin mahkeme kararlarına uyulmasının zorunlu olduğunu belirten kurala aykırı olduğu, Anayasa ile benimsenen yargı ayrılığı rejimine göre idari yargının görevli olması gereken idari işlemlerin denetiminde yasa koyucu tarafından adli yargının görevli kılınabilmesinin mümkün olmadığı ve yasa koyucunun bu konuda takdir hakkının bulunmadığı, Anayasa Mahkemesi kararında yer alan gerekçe dikkate alınmaksızın yeni yasal düzenleme yapılmasının kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırılık oluşturduğu, idarenin yürütmekle yükümlü olduğu hizmetleri gereği gibi yerine getirebilmesi amacıyla idare hukuku alanındaki düzene aykırı davranışlar nedeniyle yaptırım uygulama yetkisi ile donatıldığı; idari yaptırımlar arasında yer alan ve idari bir yasağa aykırı davranılması nedeniyle idari makamlarca kamu gücünün kullanılması suretiyle verilen idari para cezaları nedeniyle çıkacak uyuşmazlıklarda idari yargının görevli olduğu, idari işlem ve eylemlerin denetiminin bu konuda uzman olan idari yargı yerine adli yargıya bırakılmasının hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biri olan etkin yargılama ilkesiyle bağdaşmadığı, önceden ceza kanununda yer alan ve adli ceza ile müeyyidelendirilen kabahatlerin ayrı bir kanunla düzenlenerek idari ceza ile müeyyidelendirilmesinden sonra bu işlemlere karşı açılacak davalarda adli yargının görevlendirilmesinin anılan süreçle de bağdaşmadığı, bu düzenlemenin her biri tipik idari işlem olan kabahatler sebebiyle verilen idari para cezalarına karşı açılan davaların idari yargı yerlerinde görülmesi gerektiği yolunda Anayasa Mahkemesi’nce verilen geçmiş tarihli kararlara da aykırı olduğu, idare hukuku ilkelerine göre tesis edilen bir idari işlemin idari para cezası niteliğini taşıması nedeniyle denetiminin idari yargı alanından çıkarılarak adli yargıya bırakılmasının Anayasa’ya aykırı olduğu, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görev alanı dışında kalan idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıklarda genel idari yargının görevli olduğu, yargı ayrılığının benimsendiği Anayasal rejimde idari işlemlere karşı adli yargının görevlendirilmesinin hukuk devletinin unsurlarından olan belirlilik ve hukuki güvenlik ilkelerine aykırı bulunduğu, belirtilen nedenlerle itiraz konusu kuralın Anayasa’nın 2., 5., 125., 138., 153., 155. ve 157. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasında, “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır”; 155. maddesinin birinci fıkrasında da, “Danıştay, idarî mahkemelerce verilen kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunda gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar” hükmü yer almaktadır. / İtiraz konusu bent, Kabahatler Kanunu’nun idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağını öngörmektedir. / Kabahatler Kanunu’nun idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin diğer hükümlerinde de, bu yaptırımlardan doğan uyuşmazlıklarda görevli yargı mercileri belirlenmiştir. Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği belirtilmektedir. Anılan maddenin (8) numaralı fıkrasında da “İdarî yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idarî yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının bu işlemin iptali talebiyle birlikte idarî yargı merciinde görüleceği ifade edilmektedir. Yasa’nın 19. maddesinde de, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için; bir meslek ve sanatın yerine getirilmemesi, işyerinin kapatılması, ruhsat veya ehliyetin geri alınması, kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması gibi yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklı tutulmaktadır. / Başka bir ifade ile Kabahatler Kanununda genel görevli mahkeme olarak sulh ceza mahkemesi görevli kılınmakla birlikte belirli durumlarda idari yargı mercilerinin görevli olduğu kabul edilmiş, belirli idari yaptırımlara ilişkin hükümlerin ise ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklı tutulması kararlaştırılmıştır. / İtiraz konusu kural, idari yaptırım kararlarına karşı başvurulacak kanun yolunun ilgili kanunlarda özel olarak düzenlenmiş olması halinde söz konusu hükümlerin uygulanmasını, idari yaptırımlara karşı başvurulacak kanun yolları bakımından diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde Kabahatler Kanunu hükümlerinin uygulanmasını öngörmektedir. / Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasında, Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile yönetim makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlayacağı öngörülmüştür. Bu kural gereğince, yasama organı, yapacağı düzenlemelerde daha önce aynı konuda verilen Anayasa Mahkemesi kararlarını gözönünde bulundurmak, bu kararları etkisiz kılacak biçimde yasa çıkarmamak, Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edilen kuralları tekrar yasalaştırmamak yükümlülüğündedir. Başta yasama organı olmak üzere tüm organlar kararların yalnız sonuçları ile değil, bir bütünlük içinde gerekçeleri ile de bağlıdır. Kararlar gerekçeleriyle, yasama işlemlerini değerlendirme ölçütlerini içerirler ve yasama etkinliklerini yönlendirme işlevi de görürler. Bu nedenle, yasama organı düzenlemelerde bulunurken iptal edilen yasalara ilişkin kararların sonuçları ile birlikte gerekçelerini de gözönünde bulundurmak zorundadır. / Bir yasa kuralının Anayasa’nın 153. maddesine aykırılığından söz edilebilmesi için iptal edilen önceki kural ile “aynı” ya da “benzer nitelikte” olması, bunların saptanabilmesi için de öncelikle, aralarında “özdeşlik” yani amaç, anlam ve kapsam yönlerinden benzerlik olup olmadığının incelenmesi gerekir. / Kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü kabahatlerden bir kısmının ceza hukuku kapsamında suç niteliği taşıdığı açıktır. Nitekim, Kabahatler Kanunu’nun İkinci Kısmında “Çeşitli kabahatler” başlığı altında düzenlenen fiilleri, ağırlıklı olarak 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 526. ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan kabahatler oluşturmaktadır. Ayrıca, çeşitli yasalarda yer alan ve yaptırımı hafif hapis ya da hafif para cezası veya her ikisi olan fiiller, 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 7. maddesiyle idari para cezasına dönüştürülmüşlerdir[21]. Uygulanacak yaptırımın yasa ile “idari” para cezasına dönüştürülmesinin bu tür yaptırım uygulanacak eylemlerin gerçekte ceza hukuku alanına giren suç olma özelliklerini etkilemeyeceği açıktır. / İtiraz konusu kuralla, bir yandan cezai karakteri ağır basan eylemler açısından verilen idari para cezası ve/veya mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin yaptırımlara karşı sulh ceza mahkemesine karşı başvurulabilmesi sağlanmakta iken, diğer yandan idari yaptırımlara karşı yasalarla idari yargı mercilerinin görevli kılındığı durumlarda ilgili yasa hükümlerinin uygulanması sağlanmakta, bir başka deyişle bu davalarda idari yargı yerlerinin görevli oldukları kabul edilmektedir. / Söz konusu düzenleme, Anayasa Mahkemesinin 1.3.2006 günlü, E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararında yer alan gerekçe doğrultusunda ve ilgili kanunlarda idari yargı mercilerinin görevli olduğunun belirtildiği idari yaptırımlardan doğan uyuşmazlıklarda Kabahatler Kanunu hükümlerinin uygulanmayacağı belirtilmek suretiyle bu uyuşmazlıkların çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olması kabul edilmiş ve bu anlamda idari yargının denetimine tabi tutulması gereken alan gözetilmiş bulunmaktadır. Bu nedenle, kural, daha önce iptal edilen düzenleme ile özdeş nitelikte değildir. / Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adlî ve idarî yargı ayrımına gidilmiş ve idarî uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, kural olarak idare hukuku alanına giren konularda idarî yargı, özel hukuk alanına giren konularda adlî yargı görevli olacaktır. Bu durumda idarî yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adlî yargının görevlendirilmesi konusunda yasa koyucunun mutlak bir takdir hakkının bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. İdarî yargının denetimine bağlı olması gereken idarî bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde yasa koyucu tarafından adlî yargıya bırakılabilir. Kabahat konusu eylemlerin çeşitliliği ve idari yaptırımların uygulanma alanı dikkate alındığında, idari yargı teşkilatına oranla daha yaygın olan sulh ceza mahkemelerine başvuru olanağı tanınmasının, hak arama özgürlüğünü kolaylaştırıcı nitelikte olduğu, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasını olanaklı kıldığı ve idari yaptırımlara karşı sulh ceza mahkemelerine başvurulabileceği yolunda getirilen düzenlemenin haklı nedenini oluşturduğu sonucuna varılmıştır. / Açıklanan nedenlerle itiraz konusu Yasa kuralı Anayasa’nın 125., 153. ve 155. maddelerine aykırı değildir; iptal isteminin reddi gerekir…” gerekçesine dayanmaktadır.
Mahkemenin E. 2005/108, K. 2006/35 sayılı, 01/3/2006 tarihli kararına yukarıdaki paragraflarda getirilen eleştiriler karşısında, 5560 sayılı Kanun ile yapılan düzenlemenin iptali istemini reddeden bu kararın oldukça isabetli olduğu söylenebilir. Ancak, idare hukuku ve teorisinden daha çok yaptırım teorisi ve ceza hukukuyla ilgili olan idari yaptırım veya kabahatlerin hukuki denetiminin ceza mahkemeleri tarafından yerine getirilmesinin çok daha isabetli olduğunu tekrar etmekte fayda vardır.
Netice olarak, mezkur 3. madde ile, Kabahatler Kanunu’nda özel olarak düzenlenmiş olan veya olmayan tüm kabahatler bakımından, (kabahatlerin yaptırımına karşı kanun yoluna ilişkin olarak diğer kanunlarda idari yargının görevli kılındığı mevzuat hükümleri dışında) sistem birliğinin sağlandığı söylenebilir.
B. KABAHATLER KANUNU’NUN UYGULAMA ALANI
1. Zaman Bakımından Uygulama
Kabahatler Kanunu’nun 5. maddesinde, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun zaman bakımından uygulamaya ilişkin hükümlerinin kabahatler bakımından da uygulanacağı ifade edilmiştir. Atfın yapıldığı Türk Ceza Kanunu’nun ‘Zaman bakımından uygulama’ başlıklı 7. maddesinde ise, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemeyeceği ve güvenlik tedbiri uygulanamayacağı; işlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimsenin cezalandırılamayacağı ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamayacağı; böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuş ise, bunların infazı ve kanunî neticelerinin kendiliğinden kalkacağı; suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanunun uygulanacağı ve infaz olunacağı hüküm altına alınmıştır.
Bu hükümler uyarınca, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre kabahat sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye idari yaptırım uygulanamayacak ve işlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre kabahat sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamayacaktır. Bu şekilde bir yaptırım kararı verildiği takdirde, mezkur yaptırım yerine getirilmeyecektir.
Aynı şekilde, kabahatin işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, kabahatlinin lehine olan kanun uygulanacaktır. Ancak, kabahatler karşılığında öngörülen idarî yaptırımlara ilişkin kararların yerine getirilmesi bakımından derhal uygulama kuralı geçerlidir.
Ayrıca kanun, kabahatlerde, failin icraî veya ihmali davranışı gerçekleştirdiği zaman işlenmiş sayılacağını ve neticenin oluştuğu zamanın bu bakımdan dikkate alınmayacağını da vurgulamıştır. Buna göre, zaman bakımından uygulama kurallarının uygulanmasıyla ilgili sınırlayıcı bir hükme yer verilmiş olup; kabahatin ne zaman işlendiğini belirleme açısından, neticenin meydana geldiği zaman değil, münhasıran fiilin gerçekleştiği zaman dikkate alınmalıdır[22].
2. Yer Bakımından Uygulama
Kabahatler Kanunu’nun 6. maddesinde, Türk Ceza Kanunu’nun yer bakımından uygulamaya ilişkin 8. maddesi hükümlerinin, kabahatler bakımından da uygulanacağı; ancak, kanunlarda aksine hüküm bulunan hallerin saklı olduğu ifade edilmiştir. Atfın yapıldığı Türk Ceza Kanunu’nun ‘Yer bakımından uygulama’ başlıklı 8. maddesinde ise, Türkiye’de işlenen suçlar hakkında Türk kanunlarının uygulanacağı; fiilin kısmen veya tamamen Türkiye’de işlenmesi veya neticenin Türkiye’de gerçekleşmesi hâlinde, suçun, Türkiye’de işlenmiş sayılacağı belirtildikten sonra; suçun, Türk kara ve hava sahaları ile Türk karasularında; açık denizde ve bunun üzerindeki hava sahasında, Türk deniz ve hava araçlarında veya bu araçlarla; Türk deniz ve hava savaş araçlarında veya bu araçlarla; Türkiye’nin kıt’a sahanlığında veya münhasır ekonomik bölgesinde tesis edilmiş sabit platformlarda veya bunlara karşı işlendiğinde, Türkiye’de işlenmiş sayılacağı hüküm altına alınmıştır.
Bu hukuki duruma göre, Türkiye’de işlenen kabahatler hakkında Türk kanunları uygulanacak, fiilin kısmen veya tamamen Türkiye’de işlenmesi veya neticenin Türkiye’de gerçekleşmesi halinde, kabahat, Türkiye’de işlenmiş sayılacaktır. Kabahatin; Türk kara ve hava sahaları ile Türk karasularında; açık denizde ve bunun üzerindeki hava sahasında işlenmekle birlikte Türk deniz ve hava araçlarında veya bu araçlarla; Türk deniz ve hava savaş araçlarında veya bu araçlarla; Türkiye’nin kıt’a sahanlığında veya münhasır ekonomik bölgesinde tesis edilmiş sabit platformlarda veya bunlara karşı işlenmesi durumunda da, Türkiye’de işlenmiş sayılması öngörülmüştür.
Daha basit bir şekilde ifade edilecek olursa, ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin egemenlik alanında işlenen kabahatler açısından Türk kanunları uygulanabilecek olup; istisna olarak, ilgili kanunda belli bir kabahatin yurt dışında işlenmesi hali için de yaptırım öngörülmüşse, Türkiye’de idarî yaptırım uygulanabilecektir. Nitekim, Çevre Kanunu’nun 20. maddesinde yer alan, “yabancı devlet egemenliği altındaki sularda bu devletlerin mevzuatının Türk bayraklı gemiler tarafından ihlali durumunda, ilgili devletin ceza uygulamaması ve Türkiye’nin cezalandırmasını talep etmesi durumunda bu Kanun hükümleri uygulanır” hükmü bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Yurt dışında işlenen kabahatin yine Türk kanunlarına göre yaptırım altına alınacağına dair bir başka hüküm, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nda yer almaktadır. Mezkur kanunun 68/1-(b) maddesinde, nüfus olaylarını bildirme yükümlülüğünü kanunda belirtilen süre içinde yerine getirmeyenlere, nüfus ve aile cüzdanlarını kaybedenlere ve nüfus cüzdanının geçerlilik süresinin son bulmasından itibaren altmış gün içinde bu cüzdanlarını değiştirmeyen kişilere veya bu durumdaki çocukların veli veya vasilerine, yurtdışında, dış temsilcilik veya dış temsilciliklerde görevli memurlarca 50 TL idarî para cezası verileceği belirtilmiştir[23].
C. KABAHATLER BAKIMINDAN KANUNİLİK İLKESİ
Kabahatler Kanunu’nun ‘Kanunilik ilkesi’ başlıklı 4. maddesinde, kabahat oluşturan fiillerin, kanunda açıkça tanımlanabileceği ve ayrıca kanunun kapsam ve koşulları bakımından belirlediği çerçeve hükmün içeriğinin, idarenin genel ve düzenleyici işlemleriyle de doldurulabileceği ifade edildikten sonra, kabahat karşılığı olan yaptırımların türü, süresi ve miktarının, ancak kanunla belirlenebileceği hükme bağlanmıştır.
Bu hükme göre, hangi fiillerin veya haksızlıkların kabahat oluşturacağı kanunla belirlenebileceği gibi, bu fiil veya haksızlıklar, kanunun belirlediği genel çerçeve içerisinde, idarenin düzenleyici işlemleri ile de belirlenebilecektir. Kabahat karşılığında uygulanacak idari yaptırım konusunda ise, kanunilik ilkesinden taviz verilmemiştir. Buna göre, bir kabahat karşılığında öngörülen yaptırımların türü, süresi ve miktarının mutlaka kanunla düzenlenmesi gerekmektedir[24].
Mevcut hukuki duruma göre, ‘yer ve zaman bakımından uygulama’ hususunda Kabahatler Kanunu ile Türk Ceza Kanunu arasında var olan benzerlik, kanunilik ilkesi bakımından aynı oranda geçerli değildir. Çünkü, Türk Ceza Kanunu’nda[25], Anayasa’nın 38. maddesindeki hükme[26] uygun olarak, cezada olduğu gibi suçta da kanunilik ilkesi benimsenmiştir.
Kabahatler veya idari yaptırımlar bakımından kanunilik ilkesine, 1608 sayılı Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 Tarih ve 486 Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil Kanun’un 1. maddesi örnek olarak gösterilebilir.
Mezkur maddenin 1. fıkrasında, “Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara belediye encümenince Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi[27] hükmüne göre idarî para cezası ve yasaklanan faaliyetin menine karar verilir.” hükmü bulunmaktadır. Bu hükme göre verilecek ceza kanunda yer almaktadır. Ancak cezaya dayanak olan kabahat fiili veya haksızlığın içeriği, belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde aldıkları kararların içeriğine veya belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiillere göre belirlenecektir.
Diğer yandan, aynı kanunun 2. maddesinde, “Belediyelerin karar organları veya ilgili komisyonlar tarafından mevzuata uygun olarak belirlenen yolcu nakil araçlarına ilişkin ücret tarifelerine uymayan kişi, belediye encümeni tarafından ikiyüzelli Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar idarî para cezasıyla cezalandırılır.” hükmü bulunmaktadır. Bu hükümde, hem kabahat ve hem de kabahat karşılığında öngörülen idari yaptırım açıkça düzenlenmiştir.
Esasında, idari yaptırım veya idari ceza hukuku kapsamında kanunilik ilkesi epeyce tartışmalı bir husustur. Zanobini, kanunilik ilkesinin idari yaptırımlar alanında da geçerli temel bir ilke olduğu ifade etmiştir[28]. Özay, idari yaptırım hukukunda ceza hukukuna nazaran daha büyük potansiyel taşıyan kanunilik ilkesinin bu alanda oldukça önemli olduğunu belirtmiştir[29]. Şen, Anayasa’nın 38. maddesinin suç ve cezalar arasında ayrım yapmadığını ve bu sebeple adli, idari ve hatta disiplin suç ve cezalarının mutlaka kanunla düzenlenmesi gerektiğini savunmaktadır[30].
Bu savların karşısında, idari yaptırımlar cezalar kadar ağır ihlaller olmadığından, kanunilik ilkesinin bu alanda biraz yumuşatılarak uygulanması gerektiği veya böyle bir uygulamada mahzur bulunmadığına ilişkin görüşler bulunmaktadır[31].
İdari ceza veya idari yaptırım hukukunun genel teorisi ile ilgili bulunan mezkur tartışmaları kuşatmak ancak çok daha geniş kapsamlı bir çalışma ile mümkün olacağından, meseleye bu kadarıyla temas etmek uygun görülmüştür. Bununla birlikte, idari faaliyetlerin çeşitliliği ve toplumsal hayat ile düzenin genişliği ve değişkenliği karşısında, Kabahatler Kanunu’nda düzenlendiği şekliyle esnek bir kanunilik ilkesinin maslahata uygun olduğu düşünülmektedir.
III. KABAHATTEN DOLAYI SORUMLULUĞUN ESASLARI
A. HAREKET
Kabahatler Kanunu’nun 7. maddesine göre, kabahat, icrai veya ihmali davranışla işlenebilir. Ancak, ihmali davranışla işlenmiş kabahatin varlığı için, kişi açısından belli bir icrai davranışta bulunma hususunda hukuki yükümlülüğün varlığı gereklidir.
Malum olduğu üzere, suçlar, icrai (müsbet) bir hareketle işlenebileceği gibi, ihmali (menfi) bir tutumla da işlenebilir[32].
Failin, dış dünyada değişiklik meydana getiren bir fiille kabahat olarak öngörülen bir ihlale sebep olması durumunda, icrai hareketle kabahat işlenmiş olur. Ancak, failin hareketsiz kalarak kabahat olarak öngörülen bir ihlale sebebiyet vermesi halinde (harekete geçme yönünde bir hukuki yükümlülüğün bulunması şartıyla), ihmal suretiyle bir kabahat işlenmiş olur[33]. Örneğin, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 20. maddesi hükmüne göre, tescili zorunlu ve ilk tescili yapılacak olan araçların satın alma veya gümrükten çekme tarihinden itibaren üç ay içinde tescili için yazılı olarak ilgili tescil kuruluşuna başvurulmaması halinde, ihmal suretiyle kabahat işlenmiş olur.
B. ORGAN VEYA TEMSİLCİNİN DAVRANIŞINDAN ÖTÜRÜ SORUMLULUK
Türk Ceza Kanunu’na göre tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımı uygulanamaz[34]. Buna karşılık, Kabahatler Kanunu’nun 8. maddesi[35] ile, idari para cezasının niteliği ve farklılığı dolayısıyla, bir tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde işlenen kabahat sebebiyle bu tüzel kişiye de idari para cezası verilebileceği kabul edilmiştir[36]. Ancak, tüzel kişi hakkında idari para cezası uygulanabilmesi, organ veya temsilci sıfatıyla tüzel kişi adına hareket eden ya da tüzelkişinin faaliyeti çerçevesinde istihdam edilen kişi hakkında da idari yaptırım uygulanmasına engel teşkil etmeyecektir. Bununla birlikte, tüzel kişi ile gerçek kişilere verilen idari para cezalarının tahsili açısından müteselsil sorumluluk kabul edilmemiştir. Çünkü, klasik manada bir ceza hukuku yaptırımı olmayan idarî para cezasının uygulanmasıyla güdülen amacın gerçekleşebilmesi için, yaptırım, ancak hakkında uygulanan kişi üzerinde etkili olmalıdır. Öte yandan, maddenin 3. fıkrasına göre, suçlardan farklı olarak, iştirak ilişkisinde tek tip faillik sisteminin benimsendiği (yani, kabahatin işlenişine iştirak eden kişiler arasında fail ve şerik -azmettiren veya yardım eden- ayırımının gözetilmediği) kabahatlerde, özel faillik niteliğini taşıyan kişinin yanı sıra, bu niteliği taşımayan kişi de fail olarak sorumlu tutulacaktır[37].
Diğer yandan, mezkur maddenin son fıkrasında, organ veya temsilci sıfatıyla ya da hizmet ilişkisine dayanılarak gerçekleştirilen fiiller açısından özel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu düzenlemeye göre, organ veya temsilcilik ya da hizmet ilişkisinin dayanağını oluşturan işlem herhangi bir sebeple bilahare hukuka aykırı bulunarak iptal edilebilir. Buna rağmen, iptal öncesinde gerçekleştirilen kabahatler açısından bu madde hükümlerine göre idarî yaptırım sorumluluğu devam edecektir.
C. KABAHATİN MANEVİ UNSURU VE İDARİ YAPTIRIM SORUMLULUĞUNU KALDIRAN VEYA AZALTAN SEBEPLER
1. Kabahatin Manevi Unsuru
Kanuni tanıma uygun ve hukuka aykırı bir fiilin işlenmiş olması, müeyyide uygulanabilmesi için yeterli değildir. Failin, müeyyideye konu olabilecek fiili kusurlu bir şekilde gerçekleştirmiş olması gerekir. Bu duruma ‘manevi unsur’ veya ‘kusurluluk’ denilmektedir. Manevi unsur, fiilin iradi olarak işlenmiş olmasını, failin kusurlu bir şekilde hareket etmeye ehil (yetenekli) olmasını içermektedir[38]. Bununla birlikte, Türk Ceza Kanunu’nda, fiilin manevi unsurunu oluşturan kusur çeşitleri olarak ‘kast’ ve ‘taksir’ yer almaktadır.
Türk Ceza Kanunu’nun 21. maddesinde, kast, suçun kanunî tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olarak tanımlanmıştır. Aynı kanunun 22. maddesinde ise, taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanunî tanımında belirtilen neticesinin öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi olarak betimlenmiştir.
Kabahatler Kanunu’nun 9. maddesinde, kabahatlerin, kanunda açıkça hüküm bulunmayan hallerde, hem kasten hem de taksirle işlenebileceği hüküm altına alınmıştır.
Yani, kanunda açıkça hüküm bulunan haller hariç olmak üzere, bir kabahat, hem kabahatin kanunî tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesiyle ve hem de dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın, kabahatin kanunî tanımında belirtilen neticesinin öngörülmeyerek gerçekleştirilmesiyle işlenebilir.
Mevcut hukuki durum itibariyle, suçların kural olarak kasten işlenebilmesine ve ancak kanunda açıkça belirtilmiş olması halinde, taksirle işlenen fiilin de istisna olarak suç oluşturabilmesine mukabil, Kabahatler Kanunu sistemine göre, kabahat türünden haksızlıklar kural olarak hem kasten hem de taksirle işlenebilir. Ancak, sadece kasten veya taksirle işlenebilen fiilin kabahat oluşturabileceği konusunda kanunda hüküm bulunabilir.
Örneğin, 5199 sayılı Kanun’un ilgili hükümlerine göre, hayvanlara kasıtlı olarak kötü davrananlara idari para cezası uygulanacaktır.
2. İdari Yaptırım Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Sebepler
a. Genel
Kabahatler Kanunu’nun ‘Hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu ortadan kaldıran nedenler’ başlıklı 12. maddesinde, Kabahatler Kanunu’nda aksine hüküm bulunmayan hallerde, Türk Ceza Kanunu’nun hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlere ilişkin hükümlerinin[39] kabahatler bakımından da uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Sadece, ‘hata’ ve ‘sorumluluk’ konuları ayrı maddeler halinde düzenlenmiştir. Esasında, ‘hata’ ile ilgili Türk Ceza Kanunu’na yapılan atıf sebebiyle kabahatler bakımından tek farklı düzenleme isnat yeteneğiyle ilgilidir ve bu sebeple isnat yeteneği ayrı başlık altında incelenecektir.
Türk Ceza Kanunu’nun hukuka uygunluk nedenlerine ilişkin hükümleri, hakkın kullanılması, görevin yerine getirilmesi, meşru savunma ve ilgilinin rızası olmak üzere dört ana grupta toplanabilir. Kusurluluğu etkileyen nedenlere ilişkin hükümleri ise, kusurluluğu azaltan veya ortadan kaldıran nedenler olarak iki gruba ayrılabilir. Kanunun 12. maddesine göre, hukuka uygunluk nedenleri ile zorunluluk hali, cebir veya tehdit etkisinde olma, hukuka aykırı ve fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesi gibi kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerin varlığı halinde, idarî para cezasına karar verilemeyecektir. Ancak, yaş küçüklüğü ve akıl hastalığı ile ilgili olarak Kabahatler Kanunu’nda ayrı hükümlere yer verilmiş olması dolayısıyla, Türk Ceza Kanunu’nun bu hallere özgü hükümleri kabahatler açısından uygulanamayacaktır. Keza, Türk Ceza Kanunu’nun örneğin haksız tahrik gibi kusurluluğu azaltan nedenlere ilişkin hükümleri, kabahatler açısından uygulanamayacaktır[40].
b. İsnat Yeteneği
(1) Yaş Küçüklüğü
Kabahatler Kanunu, yaş küçüklüğü konusunda Türk Ceza Kanunu sisteminden ayrılmıştır. Kanunun 11. maddesine göre, fiili işlediği sırada onbeş yaşını doldurmamış çocuk hakkında idarî para cezası uygulanamayacaktır. Burada, Türk Ceza Kanunu ile Kabahatler Kanunu bakımından kusur yeteneği ile ilgili iki farklılık söz konusudur:
– Türk Ceza Kanunu’na göre[41] suçta ceza ehliyet yaşı oniki iken, kabahatlerde onbeş yaşa çıkarılmıştır.
– Suçta isnat yeteneği olan küçükler bakımından indirim öngörülmüşken, kabahatlerde onbeş yaşını dolduran çocuğun idari para cezası bakımından tam sorumlu olduğu kabul edilmiştir. Yani, Türk Ceza Kanunu’na göre çocuk statüsünde bulunan 15-18 yaş grubundaki fail hakkında indirim kabul edilmemiştir.
Kanun, kabahatten sorumlu tutulamayacak kişiler için idari para cezası uygulanamayacağını belirtmektedir. Bu durumda, mevzuatında öngörülen şartlar mevcutsa, diğer idari tedbirlerin onbeş yaşını doldurmamış olanlar hakkında uygulanması mümkün olacaktır. Yani, onbeş yaşından küçük olanların dilencilik veya kumardan elde ettikleri gelire elkonularak, mülkiyetin kamuya geçirilmesine karar verilebilecektir[42].
(2) Akıl Hastalığı
Kabahatler Kanunu’nda, akıl hastalığı konusunda Türk Ceza Kanunu’nun 32. maddesinin 1. fıkrasına[43] paralel bir düzenleme öngörülmüştür. Kabahatler Kanunu’nun 11. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemeye göre, akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişi hakkında idarî para cezası uygulanmayacaktır.
D. KABAHATİN ÖZEL İŞLENİŞ ŞEKİLLERİ
1. Teşebbüs[44]
Kabahatler Kanunu’nun 13. maddesinde, kabahate teşebbüsün cezalandırılmayacağı; ancak, teşebbüsün de cezalandırılabileceğine dair ilgili kanunda hüküm bulunan hallerin saklı olduğu; bu durumda, Türk Ceza Kanunu’nun suça teşebbüse[45] ve gönüllü vazgeçmeye[46] ilişkin hükümlerinin, kabahatler bakımından da uygulanacağı hükme bağlanmıştır.
Bu hükme göre, Kabahatler Kanunu’nda teşebbüsün müeyyideye bağlanması yönünde bir hüküm bulunabileceği gibi, idari müeyyide içeren diğer kanunlarda da kabahate teşebbüsün müeyyideye bağlanması öngörülebilir[47].
Örneğin, 3284 sayılı Kanun’un 7. maddesine göre, yasaklanmış olmasına rağmen, demir, bakır, kurşun, kalay, tutya, alüminyum, antimuvan ve nikel hurdaları ile bunların hurda halindeki halitalarını ve kullanılamayacak bir hale gelmiş bilumum muharrik veya müteharrik vasıtaları yurt dışına çıkarmaya teşebbüs edenlere bin Türk Lirasından onbin Türk Lirasına kadar idari para cezası verilir.
Öte yandan, failin, kabahat fiilinin icra hareketlerinden gönüllü olarak vazgeçmesi veya kendi çabasıyla kabahatin tamamlanmasını veya neticenin gerçekleşmesini önlemesi durumunda, fail, teşebbüsten dolayı değil, ancak tamam olan kısım başka bir kabahat oluşturduğu takdirde, ondan sorumlu tutulabilecektir.
2. İştirak
Kabahatler Kanunu’nun 14. maddesinin 1. fıkrasında, kabahatin işlenişine birden fazla kişinin iştirak etmesi halinde bu kişilerin her biri hakkında, fail olarak idari para cezası verileceği; 2. fıkrasında, özel faillik niteliğinin arandığı durumlarda, kabahate iştirak eden ve bu niteliği taşımayan kişi hakkında da fail olarak idari para cezası verileceği; 3. fıkrasında, kabahate iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığının yeterli olduğu ve kabahatin işlenişine iştirak eden kişi hakkında, diğerlerinin sorumlu olup olmadığı göz önünde bulundurulmaksızın idari para cezası verileceği; 4. fıkrasında ise, kanunda özel faillik niteliğini taşıyan kişi açısından suç, diğer kişiler açısından kabahat olarak tanımlanan fiilin, bu niteliği taşıyan ve taşımayan kişiler tarafından ortaklaşa işlenmesi halinde suça iştirake ilişkin hükümlerin uygulanacağı ifade edilmiştir.
Maddenin birinci fıkrasında, kabahatlere iştirak haliyle ilgili olarak yukarıda da belirtildiği üzere tek tip fail sistemi kabul edilmiştir. Kabahatin işlenişine iştirak eden kişiler arasında fail ve şerik (azmettiren veya yardım eden) ayrımı gözetilmemiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, bağlılık kuralının özgü suçlardaki fonksiyonu kabahatler bakımından kabul edilmemiştir. Özel faillik niteliğini taşıyan kişinin işlediği kabahate bu niteliği taşımayan kişinin iştirak etmesi halinde, bu kişi de fail olarak idarî para cezası ile cezalandırılabilecektir. Üçüncü fıkrada, kabahate iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığının gerekli ve yeterli olduğu kabul edilmiştir. Bunun sonucu olarak, kabahatin işlenişine iştirak eden kişilerden birinin, örneğin kusur yeteneğinin olmaması, diğer ortakların idarî para cezası ile cezalandırılmasını engellemeyecektir. Maddenin dördüncü fıkrası ise, herhangi bir kişi açısından kabahat oluşturan fiilin, özel faillik niteliğini taşıyan bir başkası açısından suç oluşturabilmesine özgü ve fakat sadece iştirakle ilgili bir hüküm içermektedir. Kişi, kendisi açısından kabahat oluşturan fiili tek başına işlemiş olsaydı, kabahatten dolayı hakkında idarî para cezası verilecekti; ancak, özel faillik niteliğini taşıyan bir kişi ile birlikte bu fiili işlemiş olduğu için, artık hakkında idarî para cezası değil, özel faillik niteliğini taşıyan kişinin işlemiş bulunduğu suça iştirakten dolayı Türk Ceza Kanunu’nun iştirake ilişkin hükümlerine göre hapis veya adlî para cezası verilecektir[48].
3. İçtima
Kabahatler Kanunu’nun 15. maddesinin 1. fıkrasında, bir fiil ile birden fazla kabahatin işlenmesi halinde, bu kabahatlere ilişkin tanımlarda sadece idari para cezası öngörülmüşse, en ağır idari para cezasının verileceği ve bu kabahatlerle ilgili olarak kanunda idari para cezasından başka idari yaptırımlar da öngörülmüş ise, bu yaptırımların her birinin uygulanmasına karar verileceği; 2. fıkrasında, aynı kabahatin birden fazla işlenmesi halinde, her bir kabahatle ilgili olarak ayrı ayrı idari para cezası verileceği ve kesintisiz fiille işlenebilen kabahatlerde, bu nedenle idari yaptırım kararı verilinceye kadar fiilin tek sayılacağı; 3. fıkrasında, bir fiil hem kabahat hem de suç olarak tanımlanmış ise, sadece suçtan dolayı yaptırım uygulanabileceği; ancak, suçtan dolayı yaptırım uygulanmayan hallerde kabahat dolayısıyla yaptırım uygulanacağı ifade edilmiştir.
Maddenin birinci fıkrasında, Türk Ceza Kanunu’nun farklı neviden fikri içtimaa ilişkin hükmüne[49] paralel bir düzenleme yapılmıştır. Ancak, bu hüküm, sadece idarî para cezaları açısından uygulanabilecektir. Bu itibarla, bir fiille gerçekleştirilen birden fazla kabahatten her biri açısından idarî para cezası dışında başka idarî yaptırımlar öngörülmüş ise, bu yaptırımların hepsine birden karar verilecektir. Maddenin ikinci fıkrasında, Türk Ceza Kanunu’nun zincirleme suça ilişkin hükümlerinin[50] kabahatler açısından uygulanamayacağı vurgulanmıştır. Bir kabahatin birden fazla işlenmesi durumunda, gerçek içtima hükümlerine göre, her bir fiille ilgili olarak ayrı ayrı idarî para cezasına karar verilecektir. Öte yandan, bir fiil, bazı durumlarda hem suç hem de kabahat oluşturabilir. Maddenin üçüncü fıkrası, bu hallere özgü ve fakat sadece içtima ile ilgili bir hüküm içermektedir. Bu gibi durumlarda, kişi hakkında sadece suçtan dolayı ceza veya güvenlik tedbirine hükmedilebilecektir; fiilin kabahat oluşturması dolayısıyla ayrıca idarî yaptırım uygulanamayacaktır. Böylece, “non bis in idem” kuralına suçlarla kabahatler arasında da geçerlilik tanınmıştır. Ancak, suçtan dolayı ceza veya güvenlik tedbirine hükmedilemeyen hallerde, kabahat dolayısıyla yaptırım uygulanabilecektir[51].
IV. İDARİ YAPTIRIM TÜRLERİ VE ZAMANAŞIMI SÜRELERİ
A. İDARİ YAPTIRIM TÜRLERİ
Kabahatler Kanunu’nun 16. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak idari yaptırımların, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu hükme bağlanmıştır. İdari tedbirlerin ise, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler[52] olduğu ifade edilmiştir.
İlgili kanunlarda yer alan tedbirlerin çeşitliliği karşısında, bunların sınırlayıcı bir şekilde sayılmasından kaçınıldığı anlaşılmaktadır. Öte yandan, Türk Ceza Kanunu’nda müsadere, suç karşılığında bir güvenlik tedbiri olarak düzenlenmiştir. Buna karşılık mezkur maddede, kavram kargaşasına neden olmamak için, kabahatlerle bağlantılı olarak müsadere kavramı yerine, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ifadesinin kullanıldığı ve bu yaptırımın konusunu oluşturan eşya ve sair malvarlığı değerinin mülkiyetinin devlete veya sair bir kamu kurum ve kuruluşuna geçmesi söz konusu olabileceğinden, mülkiyetin devlete geçirilmesi ifadesinin değil, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ifadesinin benimsendiği, madde gerekçesinde belirtilmektedir[53].
1. İdari Para Cezası
İdari para cezaları, idari yaptırımlar içerisinde belki de en yaygın olan yaptırım türüdür ve kanunun 16. maddesinin düzenlenişinden de anlaşılacağı üzere, Kabahatler Kanunu bakımından temel kabul edilen yaptırımdır.
İdari para cezası, geniş anlamda, suç teşkil etsin veya etmesin, bir hukuk normunu ihlal eden kişinin, devlete veya kanunda belirtilen başka bir yere, bir zararın tazmini amacı taşımaksızın ödemek zorunda olduğu bir miktar para[54] veya idari düzene aykırılık teşkil eden eylemler sebebiyle, kanunun açıkça izin verdiği hallerde, idarenin yargı organına başvurmaksızın kendisinin bizzat uyguladığı ve bir miktar paranın alınması şeklinde gerçekleşen mali nitelikteki yaptırım[55] olarak tanımlanabilir.
İdari para cezası, kanunun 17. maddesinde[56] düzenlenmiştir. Yapılan düzenlemede, idarî para cezasının maktu veya nispi olabileceği kabul edilmiş; idarî para cezasının, kanunda alt ve üst sınırı gösterilmek suretiyle de belirlenebileceği öngörülmüş; ki bu durumda, idarî para cezasının miktarı belirlenirken, işlenen kabahatin haksızlık içeriği ile failin kusuru ve ekonomik durumunun birlikte göz önünde bulundurulacağı belirtilmiş; tekerrür hükümlerinin uygulanması açısından önem taşıması dolayısıyla, ilgili mal memuru tarafından idarî para cezası tamamen tahsil edildikten itibaren belli bir süre zarfında durumun ilgili kamu kurum ve kuruluşuna bildirilmesi gerektiği ifade edilmiş; idarî para cezasının, hakkında idarî para cezası verilen kişinin rızasının olması şartıyla, bu hususta karar veren kamu görevlisi tarafından da tahsil edilebilmesine imkân tanınmış; idarî para cezasına ilişkin tutanak içeriğinde yer alması gereken bilgiler belirtilmiş ve maddenin son fıkrasında ise, kanunlarda öngörülen idarî para cezası miktarlarının enflasyondan etkilenmesi halinde yeniden belirlenmesine ilişkin hükme yer verilmekle birlikte, bu hükmün, niteliği itibarıyla nispi idarî para cezaları açısından uygulanamayacağı hükme bağlanmıştır.
Öte yandan, 5560 sayılı Kanun’un 32. maddesi ile Kabahatler Kanunu’nun 17. maddesinin 3. ve 4. fıkraları yeniden düzenlenmiştir. Yapılan değişiklik ile, idari para cezalarının tahsil yetkisi ve gelir kaydı konusunda 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na ekli cetvellerin esas alınması sağlanmıştır. Bu değişikliklere göre, sosyal güvenlik kurumları ile mahalli idareler tarafından verilen idarî para cezalarının, bu kurumların kendileri tarafından tahsil edilerek, Devlet Hazinesi yerine kendi bütçelerine gelir kaydedilmesi imkanı getirilmiştir. Ayrıca, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının verdiği para cezalarının, kendi kanunlarındaki hükümlere tabi olduğu kabul edilmiştir.
2. Mülkiyetin Kamuya Geçirilmesi
Mülkiyetin kamuya geçirilmesi, bir ceza hukuku kavramı olan müsadereden farklı olarak idari nitelikte bir karardır. Türk Ceza Kanunu’nun ‘Güvenlik Tedbirleri’ne ilişkin bölümünde düzenlenen müsadere[57] [58], bir suçun işlenmesi ile alakalı olan bir eşya ile suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesi için hazırlanmış, yahut suçun işlenmesi ile ortaya çıkmış bir eşyanın mahkeme kararı ile Devlet Hazinesi’ne geçirilmesidir[59]. Mülkiyetin kamuya geçirilmesi ise, toplum düzeninin, güvenliğinin ve sağlığının korunması konusunda ve kural olarak düzene aykırılık teşkil eden bir eylem sebebiyle idarece herhangi bir yargı kararı olmaksızın doğrudan doğruya uygulanan ve bireye toplumsal yükümlülüklerinin hatırlatılmasında ilave bir katkıda bulunan engelleyici ve tali nitelikte olan bir mali yaptırım olarak tanımlanabilir[60].
Tanımlardan da anlaşılabileceği üzere, Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen ‘müsadere’ ile Kabahatler Kanunu’nda düzenlenen ‘mülkiyetin kamuya geçirilmesi’ arasındaki en büyük farkın, müsaderenin adlî, mülkiyetin kamuya geçirilmesinin ise idari nitelikli bir karar ve müessese olduğu anlaşılmaktadır.
Kabahatler Kanunu’nun 18. maddesi[61], kabahatin konusunu oluşturan veya işlenmesi suretiyle elde edilen eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesini düzenlemektedir. Yapılan düzenlemede, mülkiyetin kamuya geçirilmesi tedbirine ancak ilgili kanunda[62] açık hüküm bulunan hallerde karar verilebileceği ve müsadereden farklı olarak, mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin kararın, idarî nitelikte bir karar olduğu ve bu tedbirin konusunu, ancak kabahatin konusunu oluşturan veya işlenmesi suretiyle elde edilen eşyanın oluşturabileceği belirtilmiş; bu tedbire karar verilmesinin belli bir süre geciktirilebileceği koşullar belirlenmiş; kabahatin konusunu oluşturan veya işlenmesi suretiyle elde edilen eşyanın, fail tarafından, örneğin yurda sokulmadan belli bir süre içinde başka bir ülkeye götürülüp kullanıldığı, kullanılamaz hale getirildiği veya sahibine iade edildiği takdirde mülkiyetin kamuya geçirilmesine karar verilmeyebileceği ifade edilmiş; mülkiyetin kamuya geçirilmesine karar verilmeden önce, kamu görevlilerine, eşya üzerinde kısa süreli elkoyma tedbirine başvurma imkânı tanınmış; bu tedbirin konusunu oluşturan eşyanın mülkiyetinin, kanunda açık hüküm bulunan hallerde ilgili kamu kurum ve kuruluşuna, aksi takdirde devlete geçeceği kabul edilmiş; eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilebilmesi için fail hakkında idarî para cezası veya başka bir idarî yaptırım kararı verilmiş olmasının şart olmadığı belirtilmiş; kaim değerin (mülkiyetine el konulmasına karar verilen eşyanın karşılığı paranın) mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilebileceği kabul edilmiş; mülkiyeti kamuya geçirilen eşyanın imhasına ilişkin koşul belirlenmiş ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin kararın, kesinleşmesi halinde yerine getirileceği hükme bağlanmıştır.
Bununla birlikte, mülkiyetin kamuya geçirilmesine karar verilmeden önce, kamu görevlilerine, eşya üzerinde kısa süreli elkoyma tedbirine başvurma imkânı tanıyan düzenlemenin, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça veya kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça kimsenin eşyasına elkonulamayacağına ilişkin Anayasa’nın 20. maddesine karşısında, Anayasa’ya uygunluk açısından problemli olduğu ileri sürülebilir[63].
3. Saklı Tutulan Hükümler
Kabahatler Kanunu’nun 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen, belirli bir süre için bir meslek ve sanatın yerine getirilmemesi, işyerinin kapatılması, ruhsat veya ehliyetin geri alınması, kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması gibi yaptırımlara ilişkin hükümlerin, ilgili kanunlarda Kabahatler Kanunu hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklı olduğu hükmüne yer verilmiştir.
Maddenin gerekçesinde, çeşitli kanunlarda idarî yaptırımı gerektiren fiiller bağlamında, meslek ve sanatın yerine getirilmemesi, işyerinin kapatılması, ruhsat ve ehliyetin geri alınması gibi yaptırımlara belli bir süre için karar verilebileceğine dair hükümler bulunduğu ve bu yaptırımlarda, meslek ve sanatın yerine getirilmesinin, işyerinin çalışmasının veya ruhsat ve ehliyete dayanarak faaliyette bulunulmasının bir tehlike oluşturmasının aranmadığı; bu bakımdan, belirtilen yaptırımların, ilgili kanunlarda bir idarî tedbir olarak değil, bir idarî ceza olarak öngörüldüğü; meslek ve sanatın yerine getirilmesinin, işyerinin çalışmasının veya ruhsat ve ehliyete dayanarak faaliyette bulunulmasının genel güvenlik, genel sağlık veya genel ahlâk açısından zararlı ve hatta tehlikeli olması dolayısıyla uygulanması halinde, belirtilen yaptırımların bir idarî tedbir niteliğinde oldukları ve belirli bir süre için uygulanmaları ve bu nedenle idarî ceza niteliğini taşımaları dolayısıyla, söz konusu yaptırımların Kabahatler Kanunu ile öngörülen sistemle bağdaşmadığı ifade edilmiştir[64].
Yukarıda da yer verildiği üzere, idari para cezaları, idari yaptırımlar içerisinde belki de en yaygın olan yaptırım türüdür ve kanunun 16. maddesinin düzenlenişinden de anlaşılacağı üzere, Kabahatler Kanunu bakımından temel kabul edilen yaptırımdır. Ancak, idari yaptırım içeren birçok kanunda, bir meslek ve sanatın icrasının durdurulması, işyerinin kapatılması, ruhsat veya ehliyetin geri alınması gibi yaptırımlar da öngörülmektedir. Madde metninden zımnen ve madde gerekçesinden ise açıkça anlaşılacağı üzere, bu tür yaptırımlar kural olarak kabahatler için uygun yaptırımlar değildir. Bununla birlikte, bu tür yaptırımların yaygınlığı karşısında, bunların birden kaldırılması karışıklığa veya boşluğa sebebiyet verebileceğinden, ilgili kanunlarda değişiklik yapılıncaya kadar bu yaptırımların geçerliliğini koruyacağı anlaşılmaktadır[65].
B. ZAMANAŞIMI SÜRELERİ
Suçun işlenmesi veya hükmün kesinleşmesinden itibaren belli bir sürenin geçmiş olması, devletin ceza verme ve infaz yetkisini ortadan kaldırabilir. Mezkur süre, zamanaşımı olarak adlandırılmaktadır. Devletin ceza verme yetkisini düşüren süreye ‘dava zamanaşımı’; kesinleşmiş bir mahkumiyetin infazını ortadan kaldıran süreye de ‘ceza zamanaşımı’ denmektedir[66]. Kabahatler Kanunu’nun ‘Soruşturma zamanaşımı’ başlıklı 20. maddesi ile, dava zamanaşımına ve ‘Yerine getirme zamanaşımı’ başlıklı 21. maddesi ile de ceza zamanaşımına paralel düzenlemeler yapılmıştır.
1. Soruşturma Zamanaşımı
Yukarıda belirtildiği üzere, kanunun 20. maddesinde, kabahat dolayısıyla soruşturma zamanaşımı süreleri ve sonuçlarına ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Madde hükmüne göre, soruşturma zamanaşımının dolması halinde kabahatten dolayı kişi hakkında idarî para cezasına karar verilemez.
Soruşturma zamanaşımı süresi; yüzbin Türk Lirası veya daha fazla idarî para cezasını gerektiren kabahatlerde beş; ellibin Türk Lirası veya daha fazla idarî para cezasını gerektiren kabahatlerde dört; ellibin Türk Lirası’ndan az idari para cezasını gerektiren kabahatlerde üç; nisbi idari para cezasını gerektiren kabahatlerde ise sekiz yıldır.
Zamanaşımı süresi, kabahate ilişkin tanımdaki fiilin işlenmesiyle veya neticenin gerçekleşmesiyle işlemeye başlamakta olup; kabahati oluşturan fiilin aynı zamanda suç oluşturması halinde, suça ilişkin dava zamanaşımı hükümleri uygulanacaktır.
Soruşturma zamanaşımının düzenlendiği maddede, idari para cezasının yanında, mülkiyetin kamuya geçirilmesi veya diğer idari tedbirlerden bahsedilmemesi dikkat çekicidir. Ayrıca, kanunun 5. maddesinde, kabahatin, failin icrai veya ihmali davranışı gerçekleştirdiği zaman işlenmiş sayılacağı ve neticenin oluştuğu zamanın bu bakımdan dikkate alınmayacağı hükme bağlanmış olmasına rağmen; 20. maddede, zamanaşımı süresinin fiilin işlenmesiyle veya neticenin gerçekleşmesiyle işlemeye başlayacağı ifade edilmiştir. Bu bakımdan, iki madde hükmünün telif edilmesinde tereddüt hasıl olmaktadır[67].
2. Yerine Getirme Zamanaşımı
Kanunun 21. maddesinde, kabahat dolayısıyla karar verilen yaptırımların yerine getirilmesine ilişkin zamanaşımı süreleri ve sonuçlarına dair düzenlemeler yapılmıştır. Madde hükmüne göre, yerine getirme zamanaşımının dolması halinde idari para cezasına veya mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin karar artık uygulanamayacaktır.
Yerine getirme zamanaşımı süresi; ellibin Türk Lirası veya daha fazla idari para cezasına karar verilmesi halinde yedi; yirmibin Türk Lirası veya daha fazla idari para cezasına karar verilmesi halinde beş; onbin Türk Lirası veya daha fazla idari para cezasına karar verilmesi halinde dört; onbin Türk Lirası’ndan az idari para cezasına karar verilmesi halinde üç; mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin zamanaşımı süresi ise on yıldır.
Zamanaşımı süresi, kararın kesinleşmesi tarihinden itibaren işlemeye başlayacak olup; kanun hükmü gereği olarak idari yaptırımın yerine getirilmesine başlanamaması veya yerine getirilememesi halinde zamanaşımı işlemeyecektir.
IV. KARAR VERME YETKİSİ, KARARIN ŞEKLİ, TEBLİĞİ VE KANUN YOLLARI
A. İDARİ YAPTIRIM KARARI VERME YETKİSİ
1. Genel
Kabahatler Kanunu’nun 22. maddesinde, idari yaptırım kararı verme yetkisine ilişkin düzenleme yapılmıştır. Bu düzenlemeye göre, ilgili kanunda açıkça gösterilen idari kurul, makam veya kamu görevlileri ile kanunda açık hüküm bulunmayan hallerde ilgili kamu kurum ve kuruluşunun en üst amiri, kabahat dolayısıyla idari yaptırım kararı vermeye yetkilidir.
Hemen belirtmek gerekir ki, idari kurul, makam veya kamu görevlileri, ancak ilgili kamu kurum ve kuruluşunun görev ve yetki alanına giren yerlerde işlenen kabahatler dolayısıyla idari yaptırım kararı vermeye yetkilidir. Örneğin, vali veya kaymakam, ancak görev yaptıkları il veya ilçe sınırları içinde işlenen kabahatler dolayısıyla idari yaptırım kararı vermeye yetkilidirler.
Maddenin son fıkrasında, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yer bakımından yetki kurallarının[68], kabahatler açısından da geçerli olduğu hükme bağlanmıştır. Bu hükme göre, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yer bakımından yetki kuralları kabahatlere uyarlanmak suretiyle yetki bakımından ortaya çıkabilecek sorunlar çözümlenmeye çalışılmıştır.
2. Cumhuriyet Savcısının Karar Verme Yetkisi
Kanunda açık hüküm bulunmayan hallerde, ilgili kamu kurum ve kuruluşunun en üst amirini kabahat dolayısıyla idari yaptırım kararı vermeye yetkili kılan 22. maddenin aksine, Kabahatler Kanunu’nun 23. maddesinde, Cumhuriyet savcısının, ancak kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde bir kabahat dolayısıyla idari yaptırım kararı vermeye yetkili olduğu belirtilmiştir[69]. Örneğin, kanunlarda ‘hafif hapis’ veya ‘hafif para’ cezası olarak öngörülmekle birlikte, 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 7. maddesine göre idari yaptırıma dönüştürülen idari para cezalarına karar verme yetkisi Cumhuriyet savcısına verilmiştir[70].
Cumhuriyet savcısını, ancak kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde bir kabahat dolayısıyla idari yaptırım kararı vermeye yetkili kılan hükme, aynı maddenin 2. ve 3. fıkrasında istisna getirilmiştir. Bu istisnalardan ilkine göre, Cumhuriyet savcısının, bir suç dolayısıyla başlatılan soruşturma kapsamında bir kabahatin işlendiğini öğrenmesi halinde durumu ilgili kamu kurum ve kuruluşuna bildirebileceği gibi, kendisi de idari yaptırım kararı verebilecektir. Bu hükme göre, idari yaptırım kararı verme noktasında Cumhuriyet savcısına (idari yaptırım kararını bizzat verme veya durumu ilgili kamu kurum ve kuruluşuna bildirme şeklinde) seçimlik yetki verilmiştir. Öte yandan, fıkrada açıkça belirtilmemiş olsa da, Cumhuriyet savcısının idari yaptırım kararı verebilmesi için, idarenin aynı eylemle ilgili olarak daha önce idari yaptırım kararı vermemiş olması gerektiği rahatlıkla söylenebilir[71].
Maddenin 3. fıkrasında yer alan istisnalardan ikincisine göre, soruşturma konusu fiilin kabahat oluşturduğunun anlaşılması halinde, Cumhuriyet savcısının bu sebeple idari yaptırım kararı vereceği hüküm altına alınmıştır. Burada seçimlik yetki değil, emredici hüküm vardır. Yani, Cumhuriyet savcısı soruşturma konusu fiilin kabahat oluşturduğu kanısına varırsa, (soruşturma konusu fiille ilgili olarak kamu kurum ve kuruluşu tarafından idari yaptırım kararı verilmemiş olması şartıyla) idari yaptırım kararı vermek zorundadır.
3. Mahkemenin Karar Verme Yetkisi
Kabahatler Kanunu’nun 24. maddesine göre, kovuşturma konusu fiilin kabahat oluşturduğunun anlaşılması halinde, mahkeme tarafından idarî yaptırım kararı verilecektir[72]. Yani, ilgili mahkeme, suç iddiası ile açılan ceza davasında kovuşturma konusu fiilin suç değil de kabahat olduğu yargısına varırsa, idari yaptırıma karar verecektir.
Cumhuriyet savcısına tanınan yetkiden farklı olarak, mahkemenin, kovuşturma kapsamında bir kabahatin işlenmesine muttali olması halinde doğrudan idari yaptırıma karar verme yetkisi bulunmamaktadır. Mahkemenin idari yaptırıma karar verme yetkisi, kovuşturma konusu fiilin kabahat olduğunun anlaşılması haliyle sınırlıdır.
B. İDARİ YAPTIRIM KARARININ ŞEKLİ VE TEBLİĞİ
1. İdari Yaptırım Kararının Şekli
Kabahatler Kanunu’nun 25. maddesinde, idari yaptırım kararına ilişkin tutanakta bulunması gereken hususlara yer verilmiştir. Yani, idari yaptırım kararının şekline ilişkin düzenleme yapılmıştır. Bu düzenlemeye göre, idari yaptırım kararına ilişkin tutanakta, hakkında idari yaptırım kararı verilen kişinin kimlik ve adresi, idari yaptırım kararı verilmesini gerektiren kabahat fiili, bu fiilin işlendiğini ispata yarayacak bütün deliller ile karar tarihi ve kararı veren kamu görevlisinin veya görevlilerinin kimliği açık bir şekilde yazılır. Ayrıca, kabahati oluşturan fiil ile bu fiilin işlendiği yer ve zaman da tutanakta gösterilir.
2. İdari Yaptırım Kararının Tebliği
Kabahatler Kanunu’nun 26. maddesinde, idari yaptırım kararının tebliğine ilişkin düzenleme yapılmıştır. Düzenlemeye göre, idari yaptırım kararı 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre ilgili kişiye tebliğ edilecektir. Ancak bu durum, idarî yaptırım kararının ilgili gerçek kişinin huzurunda verilmemesi ve idari yaptırım kararının tüzel kişi hakkında verilmesi hallerine münhasırdır. Yani, idarî yaptırım kararının ilgili gerçek kişinin huzurunda verilmesi halinde, 7201 sayılı Kanun hükümlerine göre tebligat yapılmasına gerek yoktur.
Öte yandan, tebligat metninde, idari yaptırım kararına karşı başvurulabilecek kanun yolu, mercii ve başvuru süresinin de açık bir şekilde belirtileceği hükme bağlanmaktadır. Bununla birlikte, uygulamada çoğu kez rastlandığı üzere, idari yaptırım kararına karşı başvurulabilecek kanun yolu, mercii ve başvuru süresi, tebligat metni, mazbatası veya evrakında değil, idari yaptırım kararına ilişkin tutanakta belirtilmektedir.
Yukarıda da ifade edildiği üzere, idarî yaptırım kararının ilgili gerçek kişinin huzurunda verilmesi halinde, 7201 sayılı Kanun hükümlerine göre tebligat yapılmasına gerek bulunmamaktadır. Ancak bu durumda, yani idarî yaptırım kararının ilgili gerçek kişinin huzurunda verilmesi halinde, tutanakta bu husus açıkça belirtilir. Muhatap, bu karara karşı başvurabileceği kanun yolu, mercii ve süresine ilişkin olarak bilgilendirildikten sonra, kendisinden karar tutanağını imzalaması istenir. İmzadan kaçınılması halinde ise bu durum tutanakta açıkça belirtilir ve karar tutanağının bir örneği yaptırım kararının muhatabına verilir.
Diğer yandan, mezkur 26. maddenin son fıkrasına göre, tüzel kişi hakkında verilen idarî yaptırım kararlarının, her halde 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre ilgili tüzel kişiye tebliğ edilmesi gerekmektedir.
C. KANUN YOLLARI
Kabahatler Kanunu’nun 27 ve devamı maddelerinde, idari yaptırım kararına karşı yapılacak başvuru ve itiraza ilişkin düzenlemeler yer almaktadır. Kanunun bu maddeleri, kabahatlerin suç olmaktan çıkarılmalarına ilişkin eğilim ile Kabahatler Kanunu’nun sistemi açısından oldukça önemlidir. Çünkü, bu maddelerin, idari yaptırım kararının yargısal denetimini düzenlemesi dolayısıyla, kabahatler karşılığında öngörülen idari yaptırımların, ceza hukuku veya idare hukukunun hangisinin kapsamında mütalaa edilmesi gerektiğine ilişkin değerlendirmeler, mezkur düzenlemelere göre şekillenecektir (Kendi görüşümüzü yukarıda ifade ettiğimizden, tekrarda fayda görülmemiştir).
Kanunun ilgili maddelerine bakıldığında, idari yaptırım kararlarına karşı ‘başvuru yolu’ ile başvuru yolu neticesinde verilen karara karşı ‘itiraz’ yolu düzenlenmiştir.
1. Başvuru Yolu
a. Genel
Başvuru yolu, Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesinde düzenlenmiştir. Düzenlemeye göre, idarî para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idarî yaptırım kararına karşı sulh ceza mahkemesine başvurulabilir.
İdarenin kamu gücünü kullanarak verdiği idari yaptırım kararları nedeniyle çıkan uyuşmazlıkların çözümünün, idari yargı yerine adli yargıya bırakılmasının Anayasa’nın ilgili maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle mezkur düzenlemenin iptali istemiyle açılan dava, “…Yasa’nın 27. maddesinin (1) numaralı fıkrasında idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı başvuru yeri ve süresi düzenlenmekte; 28. maddesinde ise başvurunun incelenme yöntemi belirtilmektedir. / 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun İkinci Kısmında “Çeşitli kabahatler” başlığı altında düzenlenen fiilleri, ağırlıklı olarak 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 526. ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan kabahatler oluşturmaktadır. 5252 sayılı Yasa’nın 7. maddesiyle, çeşitli yasalarda hafif hapis veya hafif para cezası olarak öngörülen yaptırımlar idari para cezasına dönüştürülmüştür. Yaptırımın adının yasa ile “idari” olarak değiştirilmesinin, bu tür yaptırım uygulanacak eylemlerin gerçekte ceza hukuku alanına giren suç olma özelliklerini etkilemeyeceği açıktır. / 5326 sayılı Yasa’nın 3. maddesinin iptal gerekçesi doğrultusunda, cezaî karakteri ağır basan bu eylemler açısından verilen idari para cezası ve/veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımlarına karşı başvurunun sulh ceza mahkemesince kanunda belirtilen usule göre incelenmesinde, Anayasa’nın 2., 125. ve 155. maddelerine aykırılık bulunmamaktadır…” gerekçesiyle yerinde olarak reddedilmiştir[73].
Bu kararın, Anayasa Mahkemesi’nin E. 2007/115, K. 2009/80 sayılı, 11/6/2009 tarihli kararıyla birlikte değerlendirilmesinden, idari mahkemelerin açık bir şekilde görevli veya yetkili kılındığı kanuni düzenlemeler haricinde, Kabahatler Kanunu’nun ikinci kısmında düzenlenen kabahatler için öngörülen idari yaptırımlar ile diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımların yargısal denetiminin sulh ceza mahkemeleri tarafından yapılacağı sonucuna varılmaktadır.
b. Başvuruda Bulunma Süresi ve Usulü
İdarî para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idarî yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde başvuru yapılmalıdır. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idarî yaptırım kararı kesinleşir. Ancak, mücbir sebebin varlığı dolayısıyla onbeş günlük sürenin geçirilmiş olması halinde, bu sebebin ortadan kalktığı tarihten itibaren en geç yedi gün içinde idari yaptırım kararına karşı başvuruda bulunulabilir. Bu başvuru, yaptırım kararın kesinleşmesini engelleyememekle birlikte, mahkeme yerine getirmeyi durdurabilir.
Başvuru, bizzat kanunî temsilci veya avukat tarafından sulh ceza mahkemesine verilecek iki nüsha dilekçe ile yapılır. Başvuru dilekçesinde, idarî yaptırım kararına ilişkin bilgiler, bu karara karşı ileri sürülen deliller açık bir şekilde gösterilir. Olayda, başvurunun süresinde yapılmasını engelleyen mücbir sebep vaki ise, bunlar dayanaklarıyla gösterilir.
c. 5560 sayılı Kanun’la Getirilen Yenilikler
5560 sayılı Kanun ile, kanun yolları ve bu kapsamda başvuru yolu bakımından bazı hususlara açıklık getirmek üzere, başvuru yolunu düzenleyen mezkur 27. maddeye üç yeni fıkra eklenmiş ve maddenin 5. fıkrası değiştirilmiştir.
Yeniliklerden ilki, kanunun 24. maddesine göre idari yaptırım kararının mahkeme tarafından verilmesi halinde, hangi yargısal denetim mekanizmasının işletileceğine açıklık getirilmesi için yapılmış olup; 5560 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile değiştirilen mezkur 27. maddenin 5. fıkrasına göre, idarî yaptırım kararının mahkeme tarafından verilmesi halinde, bu karara karşı başvuru yoluna değil, kanunun 29. maddesinde düzenlenen ve çalışmanın ilerleyen bölümlerinde incelenecek olan itiraz yoluna gidilebilecektir.
İkinci yeniliğe göre, soruşturma konusu fiilin suç değil de kabahat oluşturduğundan bahisle idarî yaptırım kararı verilmesi halinde ve kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karara itiraz edildiği takdirde, idarî yaptırım kararına karşı başvurunun da aynı itiraz merciinde incelenmesi gerekmektedir.
Bu durumda, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 173. maddesine[74] göre, en yakın ağır ceza mahkemesi başkanı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı ve dolayısıyla idari yaptırım kararını inceleyecektir. Değişiklik gerekçesinde de belirtildiği gibi[75], kabahat işlendiği gerekçesiyle verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ile idari yaptırım kararına karşı, fiilin suç olduğu iddiasıyla şikayetçi ve kabahat işlenmediği gerekçesiyle de fail itiraz edebilecektir.
5560 sayılı Kanun ile getirilen üçüncü yeniliğe ve kanunun 27. maddesinin 7. fıkrasındaki hükme göre, kovuşturma konusu fiilin suç değil de kabahat oluşturduğundan bahisle idarî yaptırım kararı verilmesi halinde ve fiilin suç oluşturmaması sebebiyle verilen beraat kararına karşı kanun yoluna gidildiği takdirde, idarî yaptırım kararına karşı itirazın da aynı kanun yolu merciinde incelenmesi gerekmektedir.
Bu duruma göre, ceza mahkemelerinin, açılmış kamu davalarının yargılaması sonunda, yargılamaya konu fiilin kabahat oluşturduğundan bahisle verecekleri beraat kararları, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223. maddesi[76] kapsamında hüküm niteliğinde olduğundan, bu hükümler, aynı kanunun 272. maddesi[77] hükmü uyarınca, faaliyete geçtiğinde bölge adliye mahkemesi (şimdilik Yargıtay) tarafından denetlenecektir. Bir başka ifadeyle, idari yaptırım sebebiyle verilmiş beraat kararına karşı, fiilin suç olduğu iddiasıyla şikayetçi, kabahat işlenmediği veya kabahatin unsurlarının oluşmadığı iddiasıyla da sanık kanun yoluna gittiğinde, fiilin suç ya da kabahat olduğuna ve kabahat kabul edilir ise, ceza mahkemesince verilen idari para cezası ve/veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi kararının hukuka uygun olup olmadığına, şimdilik Yargıtay, faaliyete geçtiğinde ise bölge adliye mahkemesi karar verecektir. Dikkat edilecek olursa, kanunun 27. maddesinin 6. fıkrasında, “başvuru da” ifadesi kullanılmasına mukabil, 7. fıkrasında “itiraz da” ifadesi serdedilmiştir. Bu suretle, yüksek mahkemenin yapacağı denetimin “itiraz yolu” olarak öngörüldüğü ve dolayısıyla yapılacak incelemenin de, ‘itiraz yolu’nu düzenleyen 29. maddeye göre dosya üzerinden yapılması gerektiği söylenebilir[78].
Son yenilik, idari yargının görevli kılınması ile ilgilidir. Yapılan düzenlemeye göre, idarî yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idarî yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde, idarî yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının bu işlemin iptali talebiyle birlikte idarî yargı merciinde görülmesi gerekmektedir[79].
Örneğin, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesine göre verilen idari para cezasının yanı sıra, aynı kanunun 32. maddesi hükmü kapsamında yıkım kararı da verilmişse, para cezasına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, yıkım kararının iptali talebiyle birlikte idare mahkemesinde ileri sürülmesi gerekmektedir.
Ancak, yalnızca idari yaptırım kararına karşı dava açılmak istenirse durum ne olacaktır?
Kanaatimizce mevzuat açıktır. İdari yaptırım kararı ile idarî yargının görev alanına giren karara karşı ancak birlikte dava açılması halinde idari yargı görevli olur. Kişi yalnızca idari yaptırım kararına karşı dava açmak isterse, idari yaptırım kararı bakımından sulh ceza mahkemesinin görevi bakidir. Maddenin gerekçesinde buna aykırı bir ifade de bulunmamaktadır.
Ancak, Anayasa Mahkemesi, idarî yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idarî yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde birlikte dava açılmasına gerek görmemekte ve yalnızca idari yaptırım kararının dava konusu edilmesi durumunda da sulh ceza mahkemesini değil, idari yargıyı görevli addetmektedir[80]. Bununla birlikte, meselenin çözümü, daha çok Uyuşmazlık Mahkemesi’nin karar ve yorumlarıyla şekillenecektir.
d. Başvurunun İncelenmesi
Kabahatler Kanunu’nun 28. maddesinde, ‘başvuru yolu’nun kullanılması üzerine yapılacak inceleme detaylandırılmıştır.
Maddenin 1. fıkrasında yer alan hükümden, mahkemenin, başvuru üzerine evvela bir ön inceleme yapması gerektiği ve yapılacak ön incelemenin de, yetki, süre, görev ve ehliyet yönlerine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
Yapılacak ön inceleme neticesinde, mahkemenin yetkili olmadığının anlaşılması halinde, dosyanın yetkili sulh ceza mahkemesine gönderilmesine karar verilir[81].
Başvurunun süresi içinde yapılmadığının, başvuru konusu idarî yaptırım kararının sulh ceza mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmadığının veya başvuranın buna hakkı bulunmadığının (bir başka ifadeyle ehliyetsizliğin) anlaşılması halinde ise, bu sebeplerle başvurunun reddine karar verilir.
Yukarıda bahsedilen mevzuata aykırılıklar vaki değil ise, ön inceleme neticesinde başvurunun usulî yönden kabulüne karar verilerek, dilekçenin bir örneği ilgili kamu kurum ve kuruluşuna tebliğ edilir.
İlgili kamu kurum ve kuruluşu, başvuru dilekçesinin tebliği tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde mahkemeye cevap verir. Başvuru konusu idarî yaptırıma ilişkin işlem dosyasının tamamının bir örneği, cevap dilekçesi ile birlikte mahkemeye verilir. Mahkeme, işlem dosyasının aslını da ilgili kamu kurum ve kuruluşundan isteyebilir. Cevap dilekçesi, idarî yaptırım kararına karşı başvuruda bulunan kişi sayısından bir fazla nüsha olarak verilir.
Mahkeme, başvuruda bulunan kişilere cevap dilekçesinin bir örneğini tebliğ etmekle birlikte, talep üzerine veya re’sen tarafları çağırarak belli bir gün ve saatte dinleyebilir. Dinleme için belirlenen günle tebligatın yapılacağı gün arasında en az bir haftalık zaman olmasına dikkat edilir. Dinleme sırasında taraflar veya avukatları hazır bulunur. Mazeretsiz olarak hazır bulunmama, yokluklarında karar verilmesine engel değildir. Bu husus, tebligat yazısında açıkça belirtilir.
Dinlemede sırasıyla; hazır bulunan başvuru sahibi ve avukatı, ilgili kamu kurum ve kuruluşunun temsilcisi ile varsa tanıklar dinlenir ve alınmışsa bilirkişi raporu okunur, diğer deliller ortaya konulur. Bu arada belirtmek gerekir ki, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun tanıklığa, bilirkişi incelemesine ve keşfe ilişkin hükümleri[82], başvuru yolu ile ilgili olarak da uygulanır.
Mahkeme, ilgilileri dinledikten ve bütün delilleri ortaya koyduktan sonra aleyhinde idarî yaptırım kararı verilen ve hazır bulunan tarafa son sözünü sorar. Son söz hakkı, aleyhinde idarî yaptırım kararı verilen tarafın kanunî temsilcisi veya avukatı tarafından da kullanılabilir. Mahkeme son kararını hazır bulunan tarafların huzurunda açıklar.
Mahkeme, son karar olarak, idarî yaptırım kararının hukuka uygun olması nedeniyle, “başvurunun reddine” veya hukuka aykırı olması nedeniyle, “idarî yaptırım kararının kaldırılmasına” karar verir.
Mezkur 28. maddenin 9. fıkrasında, idarî para cezasının alt ve üst sınırının kanunda gösterildiği kabahatler dolayısıyla verilmiş idarî para cezasına karşı başvuruda bulunulması halinde, mahkemenin, idarî para cezasının miktarında değişiklik yaparak da başvurunun kabulüne karar verebileceği hüküm altına alınmışsa da, bu hükmün, idari işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemeyeceği kuralını içeren Anayasa’nın 125. maddesi ile telif edilmesi mümkün gözükmemektedir.
2. İtiraz Yolu
‘İtiraz yolu’, Kabahatler Kanunu’nun 29. maddesinde düzenlenmiştir. Düzenlemeye göre, başvuru yolunun kullanılması üzerine sulh ceza mahkemesinin verdiği son karara karşı[83], kararın tebliği tarihten itibaren en geç yedi gün içinde mezkur mahkemenin yargı çevresinde yer aldığı ağır ceza mahkemesine itiraz edilebilir.
İtirazla ilgili karar, dosya üzerinden inceleme yapılarak verilir. İnceleme sonucunda ilgili ağır ceza mahkemesi (veya kanunun 27/7. maddesindeki hüküm uyarınca bölge adliye mahkemesi-Yargıtay), her bir itirazla ilgili olarak “itirazın kabulüne” veya “itirazın reddine” karar verir[84]. Mahkemenin verdiği karar taraflara tebliğ edilir. Vekil olarak avukatla temsil edilme halinde, yalnızca vekile tebligat yapılır.
Öte yandan, idarî yaptırım kararının kanunun 27. maddesinin 7. fıkrası hükmüne göre ağır ceza mahkemesi tarafından verilmesi halinde, bu karara karşı itiraz mercii en yakın ağır ceza mahkemesidir.
3. Vazgeçme, Kabul ve Yargılama Giderleri
a. Vazgeçme ve Kabul
Kabahatler Kanunu’nun 30. maddesine göre, kanun yoluna başvuran kişi, bu konuda karar verilinceye kadar başvurusundan vazgeçebilir. Ancak, vazgeçme halinde bir daha aynı konuda başvuruda bulunulamaz.
Diğer yandan, ilgili kamu kurum ve kuruluşu da mahkeme tarafından karar verilinceye kadar kanun yolu başvurusunu kabul ederek idarî yaptırım kararını geri alabilir.
b. Yargılama Giderleri
Kabahatler Kanunu’nun 31. maddesine göre, idarî yaptırım kararına karşı kanun yoluna başvurulması harca tâbi olmamakla beraber, kanun yoluna başvuru dolayısıyla oluşan bütün masraflar ve vekalet ücreti, yapılan yargılama neticesinde başvurusu veya savunması reddedilen tarafça ödenecektir.
[1] http://www.tdk.gov.tr/TR/Genel/SozBul.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF4376734 BED947CDE&Kelime=kabahat, 13/01/2010.
[2] Kanunun 2. maddesinin, “…kabahat tanımının belirsiz olduğu, kanunda ‘kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık’ kabahat olarak tanımlanmakla birlikte bu tanımdan idari yaptırımın ne olduğunun anlaşılamadığı, hukuk devletinin unsurlarından olan belirlilik ilkesi ile hukuki güvenlik ilkesi uyarınca yasa kurallarının anlaşılabilir açıklıkta olması gerekirken kabahat tanımı yapılırken bu ilkeye uyulmadığı, tanımda yer alan idari yaptırım ve haksızlık kavramlarını açıklayıcı bir düzenlemenin de bulunmadığı, hukukçuların dahi eksiksiz anlayamadığı kabahat tanımının vatandaşlarca anlaşılmasının beklenemeyeceği, kabahat tanımının açık olmamasına rağmen kanunu bilmemek mazeret sayılmaz ilkesi gereğince kişilerin bu düzenlemeye göre cezalandırılacak olmasının Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu…” gerekçeleriyle iptal edilmesi istemiyle açılan dava; “Kabahatler Kanunu’nda yer alan düzenlemelerin toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla getirildiğinin ifade edildiği Yasa’nın 1. maddesi de, kabahat olarak tanımlanan eylemlerin kapsamının belirlenmesi bakımından önem taşımaktadır. / İtiraz konusu kuralla kabahatin tanımlanmasında eylemin niteliğinden ziyade, yaptırımın niteliğine vurgu yapılmış ve kanunun, karşılığında idarî yaptırım uygulanması öngördüğü haksızlıklar, kabahat olarak tanımlanmıştır. / Kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların kapsamı ise Yasa’nın 16. maddesinde belirlenmiş ve idari yaptırımlar, idari para cezası ve idari tedbirler olarak ifade edilmiştir. / ‘Kabahat’ tanımı yapılmak suretiyle, daha önce idari yaptırıma tabi olmayan bir eylem, idari yaptırıma tabi kılınmamakta, aksine kanunla idari yaptırıma tabi kılınmış eylemler kabahat olarak adlandırılmaktadır. Bir başka deyişle, itiraz konusu kural ile yapılan kabahat tanımı, daha önce suç olmayan bir eylemi suç niteliğine dönüştürmemektedir. / İtiraz konusu kuralla, bir eylemin kabahat olarak kabulü için bu eylemin karşılığında kanunun mutlaka bir idari yaptırım uygulanmasını öngörmüş olması esas alındığından, söz konusu düzenlemede yeni bir suç yaratılmamakta, suç ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırılık bulunmamaktadır. İdari yaptırımlar yönünden ise söz konusu yaptırımların kanunla öngörülmüş olması gereğine yer verilmek suretiyle yasal düzenlemelere atıfta bulunulduğundan, yaptırımı yasa ile belirlenen bir eylemin belirsizliğinden ve öngörülemezliğinden söz edilebilmesine olanak bulunmamaktadır. / Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. ve 38. maddelerine aykırı değildir” gerekçelerine istinaden reddedilmiştir; AYM, E. 2007/115, K. 2009/80, KT. 11/6/2009, RG, 26/11/2009, sy. 27418.
[3] Yurtcan, Erdener, Kabahatler Kanunu ve Yorumu, İstanbul 2005, s. 3.
[4] Mahmutoğlu, Fatih Selami, Kabahatleri Suç Olmaktan Çıkarma Eğilimi ve Düzene Aykırılıklar Hukukunda (İdari Ceza Hukukunda) Yaptırım Rejimi, Kazancı Hukuk Yayınları No:143, İstanbul 1995, s.11.
[5] Yurtcan, s. 3.
[6] http://www.tdk.gov.tr/TR/Genel/SozBul.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF4376734 BED947CDE&Kelime=haks%c4%b1zl%c4%b1k, 13/01/2010.
[7] http://www.tdk.gov.tr/TR/Genel/SozBul.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF4376734 BED947CDE&Kelime=fiil, 13/01/2010.
[8] http://www.tdk.gov.tr/TR/Genel/SozBul.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF4376734 BED947CDE&Kelime=eylem, 13/01/2010.
[9] Örneğin, Kabahatler Kanunu’nun ‘Kimliği bildirmeme’ başlıklı 40. maddesinde, görevle bağlantılı olarak sorulması halinde kamu görevlisine kimliği veya adresiyle ilgili bilgi vermekten kaçınma hali bir kabahat olarak düzenlenmiştir.
[10] Kabahatten ağır ve cinayetten hafif olan suç, http://www.tdk.gov.tr/TR/Genel/SozBul.aspx?F6E1 0F8892433CFFAAF6AA849816B2EF4376734BED947CDE&Kelime=c%c3%bcnha, 14/01/2010.
[11] Mahmutoğlu, Fatih Selami, “Suç-Kabahat Ayırımı – İdari Ceza Hukuku’nun Temelleri”, İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Tarafından Düzenlenen İdari Ceza Hukuku Sempozyumu, Haz. Ulusan, İlhan / Yavaşlar Başaran, Funda, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2009, s. 28.
[12] İdari ceza hukuku ile ilgili geniş bilgi için bkz.: Gölcüklü, Feyyaz, “İdari Ceza Hukuku ve Anlamı; İdarenin Cezai Müeyyide Tatbiki”, AÜSBFD, c. XVIII, Haziran 1963, s. 113-182; Şen, Ersan, “İdari Ceza Hukuku”, İÜSBFD, No: 8 (Temmuz 1994), s. 21-50.
[13] İçel, Kayıhan, “İdari Ceza Hukuku ve Kabahatleri Suç Olmaktan Çıkarma Eğilimi, İÜHFM, c. 50, sy. 1-4, s. 117.
[14] Mahmutoğlu, “Suç-Kabahat Ayırımı”, s. 31.
[15] “…bu tasarılarda yapılan şey, kabahatleri suç olmaktan çıkarmak ve bu fiillere yaptırım uygulama yetkisini idareye vermek değil, suçlardaki cürüm kabahat şeklindeki ayırımın terk edilmesidir. Bu tasarılarda 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’ndaki bazı kabahatler suç olmaktan çıkarılmış, bazıları ise suçların arasına serpiştirilmiştir…”, Mahmutoğlu, “Suç-Kabahat Ayırımı”, s. 31.
[16][16] 5326 sk, m. 1; “Kabahatler Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/993)”, TBMM 22. Dönem, 3. Yasama Yılı, (Sıra Sayısı 840), http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem22/yil01/ss840m. htm, 12/02/2010.
[17] 5326 sk, m. 1.
[18] AYM, E. 2005/108, K. 2006/35, KT. 01/3/2006, RG, 22/7/2006, sy. 26236.
[19] “Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ ve 11 Milletvekilinin; Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/870)”, TBMM 22. Dönem, 5. Yasama Yılı, (Sıra Sayısı 1255), http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem22/yil01/ss1255m.htm, 12/02/2010.
[20] AYM, E. 2007/115, K. 2009/80, KT. 11/6/2009, RG, 26/11/2009, sy. 27418.
[21] Mahkeme kararında da belirtildiği üzere, 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un ‘Hafif hapis ve hafif para cezalarının idari para cezasına dönüştürülmesi’ başlıklı 7. maddesiyle, kanunlarda, “hafif hapis” veya “hafif para” cezası olarak öngörülen yaptırımlar, idari para cezasına dönüştürülmüştür. Dolayısıyla, bundan böyle, Kabahatler Kanunu’nun ‘Genel Hükümler’i, kanunlarda “hafif hapis” veya “hafif para” cezası olarak öngörülen ve idari para cezasına dönüştürülen yaptırımlar için de uygulama alanı bulacaktır.
[22] “Kabahatler Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/993)”, TBMM 22. Dönem, 3. Yasama Yılı, (Sıra Sayısı 840), http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem22/yil01/ss840m.htm, 12/02/2010.
[23] Yalçın, İsmail, “Yeni Ceza Adalet Sisteminde Kabahatler”, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı (Yayımlanmamış) Yüksek Lisans Tezi, Diyarbakır 2006, s. 31.
[24] Çağlayan, Ramazan, İdari Yaptırımlar Hukuku (Kabahatler Kanunu Yorumu), 1. Baskı: 2006, s. 41.
[25] 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ‘Suçta ve cezada kanunilik ilkesi’ başlıklı 2. maddesi: “(1) Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz. / (2) İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz. / (3) Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.”
[26] Anayasa’nın ‘Suç ve cezalara ilişkin esaslar’ başlıklı 38. maddesi: “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. / … / Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur. / … / İdare, kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulayamaz. Silahlı Kuvvetlerin iç düzeni bakımından bu hükme kanunla istisnalar getirilebilir.”
[27] Kabahatler Kanunu’nun ‘Emre aykırı davranış’ başlıklı 32. maddesinin 1. fıkrası: “(1) Yetkili makamlar tarafından adli işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye yüz Türk Lirası idari para cezası verilir. Bu cezaya emri veren makam tarafından karar verilir.”
[28] Zanobini, Guidio, “İdari Ceza Hukukunda Kıstas Mes’elesi”, Çev. Günal, Yılmaz, AÜSBFD, c. XVIII, No. 3-4, s. 309.
[29] Özay, İl Han, İdari Yaptırımlar, İstanbul 1985, s. 31.
[30] Şen, Ersan, Anayasa Mahkemesi Kararları-Ceza, İstanbul 1998, s. 205.
[31] Gözübüyük, A. Şeref / Tan, Turgut, İdare Hukuku, c. 2, İdari Yargılama Hukuku, Ankara 1999, s. 625; Soyaslan, Doğan, Yürütme Organının Suç ve Ceza Koyma Yetkisi, Kazancı Hukuk Yayınları No: 77, Ankara 1990, s. 145; Otacı, Cengiz, Türk Kabahatler Hukuku, Ankara 2006, s. 23.
[32] Dönmezer, Sulhi / Erman, Sahir, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, Genel Kısım, c. I, 9. Bası, İstanbul 1985, s. 364.
[33] Yurtcan, s. 10.
[34] Türk Ceza Kanunu’nun ‘Ceza sorumluluğunun şahsiliği’ başlıklı 20. maddesinin 2. fıkrası: “(2) Tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımı uygulanamaz. Ancak, suç dolayısıyla kanunda öngörülen güvenlik tedbiri niteliğindeki yaptırımlar saklıdır.”
[35] Kabahatler Kanunu’nun ‘Organ ve temsilcinin davranışından dolayı sorumluluk’ başlıklı 8. maddesi: “(1) Organ veya temsilcilik görevi yapan ya da organ veya temsilci olmamakla birlikte, tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde görev üstlenen kişinin bu görevi kapsamında işlemiş bulunduğu kabahatten dolayı tüzel kişi hakkında da idari yaptırım uygulanabilir. / (2) Temsilci sıfatıyla hareket eden kişinin bu sıfatla bağlantılı olarak işlemiş bulunduğu kabahatten dolayı temsil edilen gerçek kişi hakkında da idari yaptırım uygulanabilir. Gerçek kişiye ait bir işte çalışan kişinin bu faaliyeti çerçevesinde işlemiş bulunduğu kabahatten dolayı, iş sahibi kişi hakkında da idari yaptırım uygulanabilir. / (3) Kanunun, organ veya temsilcide ya da temsil edilen kişide özel nitelikler aradığı hallerde de yukarıdaki fıkralar hükümleri uygulanır. / (4) Birinci ve ikinci fıkra hükümleri, organ veya temsilcilik ya da hizmet ilişkisinin dayanağını oluşturan işlemin hukuken geçerli olmaması halinde de uygulanır.”
[36] Örneğin, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 47/a maddesinde ve 4054 sayılı Rekabet Kanunu’nun 16. maddesinde tüzel kişilere idârî para cezası uygulanabileceği öngörülmüştür.
[37] Kabahatler Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/993), TBMM 22. Dönem, 3. Yasama Yılı, (Sıra Sayısı 840), http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem22/yil01/ss840m.htm, 12/02/2010.
[38] Dönmezer, Sulhi / Erman, Sahir, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, Genel Kısım, c. II, 9. Bası, İstanbul 1985, s. 156.
[39] Bu hükümler için bkz. Türk Ceza Kanunu’nun 24-34. maddeleri.
[40] Kabahatler Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/993), TBMM 22. Dönem, 3. Yasama Yılı, (Sıra Sayısı 840), http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem22/yil01/ss840m.htm, 12/02/2010.
[41] Türk Ceza Kanunu’nun ‘Yaş küçüklüğü’ başlıklı 31. maddesi: (1) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu yoktur. Bu kişiler hakkında, ceza kovuşturması yapılamaz; ancak, çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilir. / (2) (Değişik fıkra: 29/06/2005-5377 S.K./5.mad) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması hâlinde ceza sorumluluğu yoktur. Ancak bu kişiler hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. İşlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığı hâlinde, bu kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde oniki yıldan onbeş yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde dokuz yıldan onbir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların yarısı indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası yedi yıldan fazla olamaz. / (3) (Değişik fıkra: 29/06/2005-5377 S.K./5.mad) Fiili işlediği sırada onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde onsekiz yıldan yirmidört yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde oniki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların üçte biri indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası oniki yıldan fazla olamaz.
[42] Erdoğan, Yüksel, Kabahatler Kanunu, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2005, s. 81.
[43] Türk Ceza Kanunu’nun ‘Akıl hastalığı’ başlıklı 32. maddesinin 1. fıkrası: (1) Akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur.
[44] Bir suçun işlenmesine kastedilmesi, suçun işlenmesine elverişli hareketin yapılmış olması, icra hareketlerine başlanılmış olması ve failin elinde olmayan sebeplerle icra hareketlerinin bitirilememesi veya neticenin gerçekleşememesi, (suça) teşebbüsün şartları olarak sayılabilir; Sözüer, Adem, Suça Teşebbüs, İstanbul 1984, s. 159.
[45] Türk Ceza Kanunu’nun ‘Suça teşebbüs’ başlıklı 35. maddesi: (1) Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur. / (2) Suça teşebbüs hâlinde fail, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığına göre, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onüç yıldan yirmi yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine dokuz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.
[46] Türk Ceza Kanunu’nun ‘Gönüllü vazgeçme’ başlıklı 36. maddesi: (1) Fail, suçun icra hareketlerinden gönüllü vazgeçer veya kendi çabalarıyla suçun tamamlanmasını veya neticenin gerçekleşmesini önlerse, teşebbüsten dolayı cezalandırılmaz; fakat tamam olan kısım esasen bir suç oluşturduğu takdirde, sadece o suça ait ceza ile cezalandırılır.
[47] Yurtcan, s. 19.
[48] Kabahatler Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/993), TBMM 22. Dönem, 3. Yasama Yılı, (Sıra Sayısı 840), http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem22/yil01/ss840m.htm, 12/02/2010.
[49] Türk Ceza Kanunu’nun ‘Fikri içtima’ başlıklı 44. maddesi: (1) İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.
[50] Türk Ceza Kanunu’nun ‘Zincirleme suç’ başlıklı 43. maddesi: (1) Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. (Ek cümle: 29/6/2005 – 5377/6 md.) Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır. / (2) Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır. / (3) Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz.
[51] Kabahatler Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/993), TBMM 22. Dönem, 3. Yasama Yılı, (Sıra Sayısı 840), http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem22/yil01/ss840m.htm, 12/02/2010.
[52] Mezkur 16. maddenin 2. fıkrasında geçen, ‘ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler’ ifadesinin, bilinmeyen yeni bir kavramın ortaya çıkmasına neden olduğu, ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirlerin neler olduğunun anlaşılamadığı, anlaşılamayan bu düzenlemeye göre ilgililerin cezalandırılmasının hukuk devleti ilkesine uygun bulunmadığı ve Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istemiyle açılan dava; “…Anayasa’nın 38. maddesinde ifadesini bulan suç ve cezanın yasallığı ilkesi uyarınca bir hukuk devletinde, ceza yaptırımına bağlanan her eylemin tanımı yapılarak, suçlar kesin biçimde ortaya konulmalıdır. / Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan “belirlilik” ilkesi de, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup kişinin, yasada hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belirli bir kesinlik içinde bilebilmesini gerekli kılar. / Kabahatler Kanunu’nun 16. maddesinin (1) numaralı fıkrasında kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu belirtildikten sonra itiraz konusu (2) numaralı fıkrasında, idari tedbirlerin, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler olduğu ifade edilmiştir. / Yasa’nın 2. maddesinde, idari yaptırımların ve idari yaptırıma konu eylemlerin tümünün kanunla belirlenmesi esası kabul edilmiştir. Yasa’nın 4. maddesinin (2) numaralı fıkrasında da “Kabahat karşılığı olan yaptırımların türü, süresi ve miktarı, ancak kanunla belirlenebilir.” denilmiştir. / Bu durumda, bir eyleme idari yaptırım uygulanabilmesi için kanunda öngörülmüş olması zorunludur. Kanunla öngörülen bir idari yaptırımın belirsizliğinden ise söz etmek mümkün değildir. Bu husus, iptali istenilen kuralda belirtilen mülkiyetin kamuya geçirilmesi tedbiri yönünden geçerli olduğu gibi diğer idari tedbirler yönünden de geçerlidir. Diğer idari tedbirlerin, itiraz konusu kuralda “ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler” olarak belirtilmesi de bu durumu daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır. / Öte yandan, idari tedbirlerin çok çeşitli olmaları ve her zaman yeni tedbirlerin de yasa koyucu tarafından öngörülebilecek olmaları nedeniyle, tüm idari tedbirlerin bir metin içinde tahdidî olarak sayılması zorunluluğundan söz edilemez. / İtiraz konusu kuralda belirtilen idari tedbirler, mevcut yasal düzenlemelerde yer alan tedbirleri ifade ettiğinden ve bu düzenleme ile yeni bir ceza yaratılmadığından, suç ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırılık bulunmadığı gibi belirsizlik ve öngörülemezlikten söz edilebilmesine olanak bulunmamaktadır. / Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. ve 38. maddelerine aykırı değildir…” gerekçesiyle reddedilmiştir; AYM, E. 2007/115, K. 2009/80, KT. 11/6/2009, RG, 26/11/2009, sy. 27418.
[53] Kabahatler Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/993), TBMM 22. Dönem, 3. Yasama Yılı, (Sıra Sayısı 840), http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem22/yil01/ss840m.htm, 12/02/2010.
[54] Nazaroğlu, Yavuz, “Genel Olarak İdari Para Cezalarının Para Cezaları İçindeki Yeri ve Nitelikleri”, DD, sy. 14-15, s. 98.
[55] Mahmutoğlu, Fatih Selami, “İdari Para Yaptırımını Gerektiren Eylemler Yönünden Yargılama Rejimi”, İÜHFM, c. 55, sy. 1-2, 1995-1996, s. 153.
[56] Kabahatler Kanunu’nun 17. maddesi: (1) İdarî para cezası, maktu veya nispi olabilir. / (2) İdarî para cezası, kanunda alt ve üst sınırı gösterilmek suretiyle de belirlenebilir. Bu durumda, idarî para cezasının miktarı belirlenirken işlenen kabahatin haksızlık içeriği ile failin kusuru ve ekonomik durumu birlikte göz önünde bulundurulur. / (3) (Değişik: 6/12/2006-5560/32 md.) 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli (I), (II) ve (III) sayılı cetvellerde yer alan kamu idareleri tarafından verilen idarî para cezalarının ilgili kanunlarında 1/6/2005 tarihinden sonra belirlenen oranın dışındaki kısmı ile Cumhuriyet başsavcılıkları ve mahkemeler tarafından verilen idarî para cezaları Genel Bütçeye gelir kaydedilir. Sosyal güvenlik kurumları ile mahalli idareler tarafından verilen idarî para cezaları kendi bütçelerine gelir kaydedilir. Diğer kamu kurum ve kuruluşları tarafından verilen idarî para cezaları ise, ilgili kanunlarındaki hükümler saklı kalmak kaydıyla, Genel Bütçeye gelir kaydedilir. Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının verdiği para cezaları, kendi kanunlarındaki hükümlere tâbidir. Kişinin ekonomik durumunun müsait olmaması halinde, idarî para cezasının, ilk taksitinin peşin ödenmesi koşuluyla, bir yıl içinde ve dört eşit taksit halinde ödenmesine karar verilebilir. Taksitlerin zamanında ve tam olarak ödenmemesi halinde, idarî para cezasının kalan kısmının tamamı tahsil edilir. / (4) (Değişik: 6/12/2006-5560/32 md.) Genel Bütçeye gelir kaydedilmesi gereken idarî para cezalarına ilişkin kesinleşen kararlar, 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilmek üzere Maliye Bakanlığınca belirlenecek tahsil dairelerine gönderilir. Sosyal güvenlik kurumları ve mahalli idareler tarafından verilen idarî para cezaları, ilgili kanunlarında aksine hüküm bulunmadığı takdirde, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre kendileri tarafından tahsil olunur. Diğer kamu kurum ve kuruluşları tarafından verilen ve Genel Bütçeye gelir kaydedilmesi gerekmeyen idarî para cezaları, ilgili kanunlarında özel hüküm bulunmadığı takdirde genel hükümlere göre tahsil olunur. / (5) İdarî para cezası tamamen tahsil edildikten itibaren en geç bir ay içinde durum, ilgili kamu kurum ve kuruluşuna bildirilir. / (6) Kabahat dolayısıyla idarî para cezası veren kamu görevlisi, ilgilinin rıza göstermesi halinde bunun tahsilatını derhal kendisi gerçekleştirir. İdarî para cezasını kanun yoluna başvurmadan önce ödeyen kişiden bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme, kişinin bu karara karşı kanun yoluna başvurma hakkını etkilemez. / (7) İdarî para cezaları her takvim yılı başından geçerli olmak üzere o yıl için 4.1.1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilân edilen yeniden değerleme oranında artırılarak uygulanır. Bu suretle idarî para cezasının hesabında bir Türk Lirasının küsuru dikkate alınmaz. Bu fıkra hükmü, nispi nitelikteki idarî para cezaları açısından uygulanmaz.
[57] Türk Ceza Kanunu’nun ‘Eşya müsaderesi’ başlıklı 54. maddesi: (1) İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir. / (2) Birinci fıkra kapsamına giren eşyanın, ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkansız kılınması halinde; bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir. / 3) Suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsaderesine hükmedilmeyebilir. / (4) Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir. / (5) Bir şeyin sadece bazı kısımlarının müsaderesi gerektiğinde, tümüne zarar verilmeksizin bu kısmı ayırmak olanaklı ise, sadece bu kısmın müsaderesine karar verilir. / 6) Birden fazla kişinin paydaş olduğu eşya ile ilgili olarak, sadece suça iştirak eden kişinin payının müsaderesine hükmolunur.
[58] Türk Ceza Kanunu’nun ‘Kazanç müsaderesi’ başlıklı 55. maddesi: (1) Suçun işlenmesi ile elde edilen veya suçun konusunu oluşturan ya da suçun işlenmesi için sağlanan maddi menfaatler ile bunların değerlendirilmesi veya dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik kazançların müsaderesine karar verilir. Bu fıkra hükmüne göre müsadere kararı verilebilmesi için maddi menfaatin suçun mağduruna iade edilememesi gerekir. / (2) Müsadere konusu eşya veya maddi menfaatlere elkonulamadığı veya bunların merciine teslim edilmediği hallerde, bunların karşılığını oluşturan değerlerin müsaderesine hükmedilir. / (3) (Ek: 26/6/2009 – 5918/2 md.) Bu madde kapsamına giren eşyanın müsadere edilebilmesi için, eşyayı sonradan iktisap eden kişinin 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun iyiniyetin korunmasına ilişkin hükümlerinden yararlanamıyor olması gerekir.
[59] Önen, Mesut, Hukukun Temel Kavramları, 2. Bası, İstanbul 1988, s. 19.
[60] Oğurlu, Yücel, İdari Yaptırımlar Karşısında Yargısal Korunma, Ankara 2000, s. 95.
[61] Kabahatler Kanunu’nun ‘Mülkiyetin kamuya geçirilmesi’ başlıklı 18. maddesi: 1) Kabahatin konusunu oluşturan veya işlenmesi suretiyle elde edilen eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine, ancak kanunda açık hüküm bulunan hallerde karar verilebilir. / (2) Mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin karar, eşyanın; a) Kullanılmaz hale getirilmesi, b) Niteliğinin değiştirilmesi, c) Ancak belli bir surette kullanılması, Koşullarından birinin yerine getirilmesine bağlı olarak belli bir süre geciktirilebilir. Belirlenen süre zarfında koşulun yerine getirilmemesi halinde eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilir. / (3) Mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin karar kesinleşinceye kadar ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından eşyaya elkonulabileceği gibi; eşya, kişilerin muhafazasına da bırakılabilir. / (4) Eşyanın mülkiyeti, kanunda açık hüküm bulunan hallerde ilgili kamu kurum ve kuruluşuna, aksi takdirde Devlete geçer. / (5) Eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilebilmesi için fail hakkında idarî para cezası veya başka bir idarî yaptırım kararı verilmiş olması şart değildir. / (6) Kaim değerin mülkiyetinin kamuya geçirilmesine de karar verilebilir. / (7) Mülkiyeti kamuya geçirilen eşya, başka suretle değerlendirilmesi mümkün olmazsa imha edilir. / (8) Mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin karar, kesinleşmesi halinde yerine getirilir.
[62] Örneğin, 6197 sayılı Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Kanun’un 41. maddesinde, “…ambalajsız veya ambalajı açılmış olarak bozuk veya zamanı geçmiş veya mağşuş veya gayrisaf ilaç ile ambalajlı olsa bile zamanı geçmiş ilaç bulunduran kişiye, fiili Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre ceza sorumluluğunu gerektirmediği takdirde, beşyüz Türk Lirası idarî para cezası verilir. Ayrıca, bu ilaç ve sair ecza maddesine elkonularak imha edilmek üzere mülkiyetinin kamuya geçirilmesine…” karar verileceği hüküm altına alınmıştır.
[63] Çağlayan, s. 167.
[64] Kabahatler Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/993), TBMM 22. Dönem, 3. Yasama Yılı, (Sıra Sayısı 840), http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem22/yil01/ss840m.htm, 12/02/2010.
[65] Çağlayan, s. 169.
[66] Demirbaş, Timur, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 3. Baskı, Ankara 2005, s. 622.
[67] Çağlayan, s. 171.
[68] Bkz. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 12-21. maddeleri.
[69] Kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde Cumhuriyet savcısına idari yaptırım kararı verme yetkisi tanıyan mezkur 23. maddenin 1. fıkrasının, genel idare esaslarına göre kullanılan idari yaptırım kararı verme yetkisinin, genel idare ve idarenin bütünlüğü ilkelerine aykırı olarak Cumhuriyet savcısına bırakılmasının Anayasa’nın başlangıcı ile 2., 6., 7., 8., 9., 10., 11., 123., 125., 128., 138., 140., 142. ve 155. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istemiyle açılan dava; “…Anayasa’nın 123. maddesinde idarenin, kuruluş ve görevleriyle bir bütün olduğu ve kanunla düzenleneceği, kuruluş ve görevlerin merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayandığı, kamu tüzelkişiliğinin, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulacağı; “Yargı yolu” başlıklı 125. maddesinin ilk fıkrasında da idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolunun açık olduğu; 128. maddesinde ise Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevlerin memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görüleceği, belirtilmektedir. / İtiraz konusu kurallar 5326 sayılı Yasa’nın 22., 23. ve 24. maddeleri ve aynı Yasa’nın 3. maddesinin iptal gerekçesi ile birlikte değerlendirildiğinde, Cumhuriyet savcısının kabahat dolayısıyla idari yaptırım uygulamasının istisnaî olduğu, hafif hapis ve hafif para cezasından dönüştürülenler dışında bu konuda asıl yetkinin idareye tanındığı görülmektedir. Cumhuriyet savcısına bu yetkinin tanınması nedeninin görevsizlik kararı verilerek işin uzatılması yerine süratle bitirilmesi olduğu anlaşıldığından, düzenlemelerin Anayasa’nın 123., 125. ve 128. maddelerine aykırı olmadığı gibi, davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasını öngören Anayasa’nın 141. maddesiyle de uyumlu olduğu kanısına varılmıştır. / Açıklanan nedenlerle iptal istemlerinin reddi gerekir…” gerekçesiyle reddedilmiştir; AYM, E. 2005/108, K. 2006/35, KT. 11/6/2009, RG, 01/3/2006, sy. 26236.
[70] Yaptırımı idari para cezasına dönüştürülen fiiller bakımından eğer kovuşturma aşamasında bulunuluyorsa, Cumhuriyet savcısı yerine mahkemenin de idari yaptırıma karar vermeye yetkili olduğunu kabul etmek gerekir. Mahkeme ile savcının mevcut hukuki statüleri ile Kabahatler Kanunu’nun 24. maddesi hükmü, bu kabulü gerektirmektedir. Aksi görüş için bkz. Gökcan, Hasan Tahsin, “Cumhuriyet Savcısının Ceza Vermeye Yetkili Olduğu Kabahatler”, Türk Hukuk Dergisi, sy. 105, Aralık 2005, s. 13.
[71] Gökcan, s. 16.
[72] Mahkemelere idari yaptırım kararı verme yetkisini tanıyan mezkur 24. maddenin iptali istemiyle açılan dava, (kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde Cumhuriyet savcısına idari yaptırım kararı verme yetkisi tanıyan) kanunun 23. maddesinin 1. fıkrasının iptali isteminin reddinde kullanılan gerekçelere istinaden reddedilmiştir; AYM, E. 2005/108, K. 2006/35, KT. 11/6/2009, RG, 01/3/2006, sy. 26236. Mezkur gerekçeler için bkz. s. 34 (70 No’lu dipnot).
[73] AYM, E. 2005/108, K. 2006/35, KT. 01/3/2006, RG, 22/7/2006, sy. 26236.
[74] Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ‘Cumhuriyet savcısının kararına itiraz’ başlıklı 173. maddesi: “(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesi başkanına itiraz edebilir. / (2) İtiraz dilekçesinde, kamu davasının açılmasını gerektirebilecek olaylar ve deliller belirtilir. / (3) (Değişik: 25/5/2005 – 5353/26 md.) Başkan, kararını vermek için soruşturmanın genişletilmesine gerek görür ise bu hususu açıkça belirtmek suretiyle, o yer sulh ceza hâkimini görevlendirebilir; kamu davasının açılması için yeterli nedenler bulunmazsa, istemi gerekçeli olarak reddeder; itiraz edeni giderlere mahkûm eder ve dosyayı Cumhuriyet savcısına gönderir. Cumhuriyet savcısı, kararı itiraz edene ve şüpheliye bildirir. / 4) (Değişik: 25/5/2005 – 5353/26 md.) Başkan istemi yerinde bulursa, Cumhuriyet savcısı iddianame düzenleyerek mahkemeye verir. / (5) Cumhuriyet savcısının kamu davasının açılmaması hususunda takdir yetkisini kullandığı hâllerde bu madde hükmü uygulanmaz. / (6) İtirazın reddedilmesi halinde; Cumhuriyet savcısının, yeni delil varlığı nedeniyle kamu davasını açabilmesi, önceden verilen dilekçe hakkında karar vermiş olan ağır ceza mahkemesi başkanının bu hususta karar vermesine bağlıdır.
[75] “Cumhuriyet savcısı, suç oluşturduğu iddiasıyla yapılan şikayet üzerine bir fiille ilgili olarak soruşturma başlatır. Soruşturma sonucunda, fiilin suç oluşturmadığı kanaatine vararak, fail hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Ancak, Cumhuriyet savcısı bu fiilin kabahat oluşturduğu gerekçesiyle, fail hakkında idarî para cezasına karar verir. Bu durumda, şikayetçi, fiilin suç oluşturduğu iddiasıyla Cumhuriyet savcısının kararına itiraz edebilir. Buna karşılık, fail, davranışının kabahat de oluşturmadığını ileri sürerek hakkında verilen idarî para cezasının kaldırılmasını talep edebilir. Bu gibi durumlarda kanun yolu bakımından nasıl bir yol izlenmesi gerektiği hususuna açıklık getirmek için madde metnine altıncı fıkra eklenmiştir.” Gerekçe için bkz. http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem22/yil01/ss840m.htm, 12/02/2010.
[76] Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ‘Duruşmanın sona ermesi ve hüküm’ başlıklı 223. maddesi: “(1) Duruşmanın sona erdiği açıklandıktan sonra hüküm verilir. Beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararı, hükümdür. / (2) Beraat kararı; a) Yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması, … Hallerinde verilir…”
[77] Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ‘İstinaf’ başlıklı 272. maddesi: “(1) İlk derece mahkemelerinden verilen hükümlere karşı istinaf yoluna başvurulabilir…”
[78] Yalçın, s. 117.
[79] İdari yaptırımlara karşı açılacak davaların belirli durumlarda idari yargıda görülmesini öngören bu düzenlemenin, hukuki karmaşaya yol açacak nitelikte olduğu, yasaların belirli ve açık olması ilkesine aykırı olduğu, itiraz konusu kuralın uygulanması ile ilgili olarak mahkemelerin bile farklı uygulamaları bulunmakta iken kişilerin nerede dava açacakları konusunda belirsizlik bulunduğu, söz konusu düzenlemenin hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmadığı, “idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde” ifadesinin de belirsiz olduğu ve idari işlemlerin istisnai hallerde idari yargıya yöneltilmesi halinin Anayasa’yla bağdaşmadığı, itiraz konusu kuralla idari işlem niteliğindeki idari yaptırımların hukuka uygunluk denetiminin idari yargı dışında bırakılması sonucuna yol açtığı, mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri ile işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenlenmesi gerektiği, yasa ile yapılan belirlemenin ihtiyarilik içermemesi gerektiği, uygulamada ortaya çıkacak farklı uygulamalara göre farklı yargı yerlerinin görevli olmasının Anayasa’nın 125.,142. ve 155. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istemiyle açılan dava, “…Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasında, “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır”; 142. maddesinde “Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir”; 155. maddesinin birinci fıkrasında da, “Danıştay, idarî mahkemelerce verilen kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunda gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar” denilmektedir. / İtiraz konusu kural, idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idarî yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idarî yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının bu işlemin iptali talebiyle birlikte idarî yargı merciinde görüleceğini hükme bağlamaktadır. / Söz konusu kural, sulh ceza mahkemesine başvurulabilecek idari yaptırım kararları yönünden geçerli olup, bu yaptırım kararı kapsamında idari yargının görev alanına giren bir başka kararın da verilmiş olması halinde bu kararın iptali talebiyle birlikte idari yaptırımın iptali isteminin de idari yargı merciinde görülmesini amaçlamaktadır. Bu suretle, idari yargının görevli olduğu işlem kapsamında tesis edilen bir idari yaptırım kararının hukuka uygunluk denetiminin de aynı yargı yerince yapılması sağlanmış olmaktadır. / İdari yaptırım kararlarına ilişkin uyuşmazlıkların hangi hallerde idari yargı yerlerince çözümleneceği itiraz konusu kuralda açıkça belirtildiğinden, kuralın belirsizliğinden ve mahkemelerin görevlerinin yasayla belirlenmesi gerektiği yolundaki Anayasa’nın 142. maddesine aykırılığından söz edilemez. / Öte yandan, idari yargı yerlerinin, idari işlem niteliğindeki tüm idari yaptırımlardan doğan uyuşmazlıkların çözümünde görevli olması gerekirken itiraz konusu kuralda yer alan uyuşmazlıklarla sınırlı olarak görevli kılınmasının, Anayasa’nın 125. ve 155. maddelerine aykırılığı ileri sürülmüş ise de diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin Kabahatler Kanunu hükümlerinin uygulanacağını hükme bağlayan ve bu kapsamda bulunan idari yaptırım kararlarına karşı sulh ceza mahkemesinin görevli olmasını sağlayan Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığının saptanması karşısında, itiraz konusu kural kapsamındaki idari yaptırımlar bakımından idari yargı yerlerini görevli kabul eden Yasa’nın 27. maddesinin (8) numaralı fıkrasının Anayasa’nın 125. ve 155. maddelerine aykırılığından söz edilemez. / Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural Anayasa’ya aykırı değildir…” gerekçesiyle reddedilmiştir; AYM, E. 2007/115, K. 2009/80, KT. 11/6/2009, RG, 26/11/2009, sy. 27418.
[80] “…İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davada Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca görevli olan İdare Mahkemesince yapılan itiraz başvurusunda, 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 30.3.2005 günlü, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinin, bakılmakta olan davada uygulanma olanağı bulunmadığından bu bende ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddine,…”; AYM, E. 2007/115, K. 2009/80, KT. 11/6/2009, RG, 26/11/2009, sy. 27418.
[81] Kabahatler Kanunu’nda mahkemelerin yetkisine ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. İdari yaptırım kararı verme yetkisinin düzenlendiği kanunun 23. maddesinde, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yer bakımından yetki kurallarının kabahatler açısından da geçerli olduğu ifade edilmişse de, mezkur maddeden de anlaşılacağı üzere, bu hüküm mahkemelerin yetkisi ile ilgili olmayıp; idari yaptırım kararı verme yetkisiyle ilgilidir. Öte yandan, kanunun 23. maddesinden mülhem olarak kıyas yoluyla mahkeme yetkisi belirlemenin, mahkemelerin yetkilerinin kanunla düzenleneceği hükmünü havi Anayasa’nın 142. maddesi karşısında hukuka uygun olmadığı değerlendirilmektedir. Netice olarak, mahkemelerin yetkisi hususunda Kabahatler Kanunu’nda boşluk olduğu söylenebilir.
[82] Bkz. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 43’ten 89’a (dahil) kadar olan hükümleri.
[83] Kanunun 28. maddesinin 10. fıkrasına göre, ikibin Türk Lirası dahil idarî para cezalarına karşı başvuru üzerine verilen kararlar kesin olup; bu kararlar aleyhine ‘itiraz yolu’na gidilemez.
[84] İtirazın kabulüne karar verilmesi halinde, idari yaptırım kararının akıbeti madde metninden anlaşılamamaktadır. Bu durumda, idari yaptırım kararının akıbetine ağır ceza mahkemesi mi karar verecektir? Yoksa, itirazın kabulüyle birlikte, idari yaptırım kararı hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosya sulh ceza mahkemesine mi gönderilecektir? Bahsolunan hususlarla ilgili kanunda boşluk olduğu söylenebilir.