Menü

HUKUKUMUZDA İDARENİN SORUMLULUĞU

Temmuz 22, 2019 - EMSAL YARGI KARARLARI

HUKUKUMUZDA İDARENİN SORUMLULUĞU

I. GENEL OLARAK

Hukuk devleti ilkesi gereğince idare, idari işlem ve eyleminden kaynaklanan zararı tazmin etmekle yükümlüdür. Anayasamızda yer alan “İdare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür”[1] kuralı gereğince hukukumuzda idarenin mali yönden sorumlu olacağı düzenlenmiştir.

İdarenin eskiden beri kamu hizmetinin kurulmasında, düzenlenmesinde ve işleyişinde meydana gelen bozukluklar ve handikaplar nedeniyle kusurlu olması hasebiyle sorumlu olmasını gerektiren hizmet kusuru ile kusuru olmasa bile, sebebiyet verdiği zararlardan sorumlu tutulmasını gerektiren kusursuz sorumluluk olmak üzere iki tür sorumluluktan bahsedebiliriz. İdari sözleşmelerden kaynaklanan sorumluluk ayrıdır ve bu çalışmada değinilmeyecektir. Ancak hizmet kusuru ile kişisel kusurun ayrımına değinilecektir.

İdarenin sorumluluğunu şema şeklinde gösterecek olursak:

 

II. KUSURLU SORUMLULUK

A. Hizmet Kusuru

İdarenin gerçekleştirdiği bir hizmetin gerek kurulması aşamasında, gerek düzenlenmesinde, gerekse de işleyişinde meydana gelen bozukluklara ve engellere hizmet kusuru denilmektedir[2]. İdare sunduğu hizmetleri etkin, verimli ve hukuka uygun bir şekilde sağlamadığı zaman hizmet kusuru oluşur[3]. Burada “hizmet” terimi dar anlamda yalnızca kamu hizmetini değil, geniş anlamda herhangi bir idari vazifeyi veya faaliyeti ifade etmektedir[4].

Hizmet kusuru olup olmadığı saptanırken kamu görevlisinin kusurlu olup olmadığına bakılmaz. Kamu görevlisinin kusuruyla hizmet kusuru bazı durumlarda iç içe olmasına rağmen, aslında tamamen birbirinden müstakil değerlendirilmekte ve hizmet kusurunda önemli olan bir idari faaliyetin kurulmasında, düzenlenmesinde veya görülmesinde idareden kaynaklanan bir bozukluk veyahut aksaklık olup olmadığıdır[5]. Hizmet kusuru, kamu görevlisinin kusurundan müstakil olduğuna göre, hizmet kusurunun objektif ve anonim özelliklerine haiz bir kusur olduğu sonucuna ulaşırız[6]. Anonim karakteri gereğince kusur, idarece yürütülen kamu hizmetinin bünyesine kaynaşmış ve gizlenmiş durumdadır[7]. Yine hizmet kusuru, asli ve birinci derecede bir sorumluluk niteliğine haiz bir sorumluluktur[8]. Özel Hukuktan farklı olarak idari bir davranıştan zarar gören kimse hizmet kusuru ilkesine göre, doğrudan asli ve ilk dereceden sorumlu İdareye karşı dava açabilir[9]. Hizmet kusurunun uygulama alanı genel olup, tüm kamu tüzel kişilerince yürütülen kamu hizmetlerinden kaynaklanabilir[10]. Hizmet kusuru olup olmadığı her somut olayda değişebildiğinden, hizmet kusuru esnek niteliktedir[11].

Hizmet kusuru, özel hukuktan idare hukukuna uyarlanmamış, bağımsız karakterde, idare hukukunun orijinal kavramıdır[12]. Hizmet kusuru, işverenin sorumluluğuna dair özel hukuktaki sorumluluktan farklı olup, İdare Hukukuna has bir sorumluluk türüdür[13]. Ayrıca, hizmet kusuru kavramı, değişken ve esnektir, her somut olaya göre farklı ayırt edici nitelikler gösterir[14].

Ayrıca, hizmetin idarenin bizzat kendisi tarafından veya özel bir şahsa yaptırılması arasında idarenin sorumluluğu yönünden bir fark yoktur. Danıştay, idarenin bir hizmeti özel bir şahsa yaptırılması halinde, idarenin bu hizmeti yürütme vazife ve tazmin yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığını, idarenin sorumluluğunun devam ettiğini belirtmiştir[15].

Hukuka aykırı işlem tesis etme hizmet kusuru teşkil edecektir ancak her zaman örneğin içtihat hatasında, takdir hatasında veya içtihat yanlışlığında Danıştay hizmet kusurundan dolayı idareyi sorumlu tutmamaktadır[16].

Öte yandan, Danıştay’ın bazı kararlarında idareyi sorumlu tutmak için ağır hizmet kusuru şartını aradığı, bazı kararlarında ise belli bir kusur yoğunluğunu aramadığı, yargı kararının uygulanmamasını ağır hizmet kusuru kabul ettiği, ancak ağır hizmet kusuru ve  sadece hizmet kusuru ayrımında kesin ve somut bir kıstas belirlemediği, tam anlamıyla ve sistemli bir şekilde uygulama yapmadığı belirtilmektedir[17].

1. Hizmet Kusurunun Olduğu Kabul Edilen Durumlar

a. Hizmetin Kötü İşlemesi

İdari görev veya faaliyetin beklenilen dikkat, itina, standart ve kalitede yapılmaması durumunda hizmetin kötü işlediğinden bahsedebiliriz[18]. Kamu hizmetinin fena bir biçimde yürütülmesi sebebiyle oluşan zarardan dolayı İdare hizmet kusuruna göre sorumlu tutulabilir[19]. Genel olarak hangi durumlarda hizmetin kötü işlediğini saptamak mümkün olmadığından, her olayı kendi şartlarına göre değerlendirip hizmetin kötü işleyip işlemediğine karar vermek gerekir[20].

Bu konuda Danıştay, dolmuş bekleyen bir bireyin tarihi sur duvarının yıkılması sonucu hayatı kaybetmesinde hizmetin kötü işlediği kanaatine varmış ve Kültür ve Turizm Bakanlığını surların bakım ve onarımından sorumlu olan idare olduğu için, belediyeleri ise koruma şeridine riayet etmeden işyeri açma ruhsatı verdikleri ve sur kenarlarındaki yapılaşmaya müsaade ettikleri için tazminata hükmetmiştir[21].

Öte yandan, Danıştay yanlış terfi sonucu 1. dereceye gelmeden daha evvel emeklilik isteminde bulunması durumunu hizmetin kötü işlemesi olarak değerlendirmemiştir[22].

b. Hizmetin Geç İşlemesi

İdarenin yapması gereken bir hizmeti beklenilen hız ve çabuklukta, zamanında yapmayarak, ağır, yavaş hareket ederek ve gecikerek yapması durumunda hizmetin geç işlediğinden söz edilmektedir[23]. İdare yürüttüğü faaliyetin niteliğine göre kendisinden beklenilen zamanda hizmeti yapmazsa, hizmet kusuru sebebiyle sorumlu olur[24].

Mevzuatta bir hizmet için belirli bir süre mevcutsa ve İdare bu süreye riayet etmemiş ve hareketsiz kalmışsa, hizmet kusuru esaslarına göre sorumluluğuna başvurulabilir[25]. Ancak, hizmetin hangi zaman içerisinde yürütüleceğine dair mevzuatımızda genellikle bir hükme rastlamak mümkün olmamakta, bu sebeple, böyle durumlarda, hizmetin geç işleyip işlemediğinin tespiti, her somut olayın niteliğine, çeşidine, şartlara, idarenin imkânlarına vb. durumlara göre tespit edilecektir[26].

İdarenin haklı sebeplere dayanan ve dikkate alınacak bir talebi, ilgili yerlere geç intikal ettirmesi, emeklilik işlemlerini geç yapması, hizmetin geç işlemesi nedeniyle oluşan hizmet kusurudur[27].

c. Hizmetin Hiç İşlememesi

İdarenin yapması gereken görevi veya faaliyeti hiç yapmaması durumlarında hizmetin hiç işlemediği kabul edilmektedir. Peki, burada aklımıza gelen ilk soru idarenin yapması gereken görev veya faaliyetler nasıl tespit edileceğidir. Bu sorunun cevabını bulmak için sormamız gereken soru ise idarenin hizmeti yapmak için bağlı yetki ile mi, yoksa takdir yetkisi ile mi yetkilendirildiği olacaktır. Bilindiği üzere, bağlı yetki, idarenin belli bazı şartların olması halinde hizmeti yapmasının zorunlu hale geldiği, hukuk kuralları ile bir olayda hangi yol ve yöntemin izleneceğinin önceden belirlendiği yetkidir[28]. Belli bir görevin veya faaliyetin yapılıp yapılmamasında idare bir kanaat kullanacaksa, harekete geçip geçmemede bir serbestîye sahipse o zaman takdir yetkisi söz konusudur[29]. İdarenin bağlı yetkili olduğu bir olayda hareketsiz kalması hizmet kusuru oluştururken, takdir yetkisi ile yetkili olduğu olayda hareketsiz kalmasının hizmet kusuru oluşturup oluşturmadığı ise, her olayın özelliğine göre değerlendirilmelidir[30].

İdarenin hareketsizliği kusur olarak değerlendirilmeye başlanması ile birlikte, hem hizmet kusuru teorisinin kapsamı hem de idarenin sorumluluk alanı epey büyümüştür[31].

İdarenin kamunun sağlığı ve güvenliği için gerekli koruma önlemlerini hiç almaması ya da eğitim faaliyetini sunduğu okullarda çocukların güvenliği için alınması gerekli koruyucu tedbirleri almaması durumlarında İdare hizmetin hiç işlememesi nedeniyle sorumlu tutulabilecektir[32].

Öte yandan, Devletin sosyal ve ekonomik alanlarda anayasa ile belirlenen görevlerini mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceğine dair Anayasanın 65. maddesini burada zikretmek gerekir. Bu hüküm uyarınca idare, mali imkânları elvermediği durumlarda hizmetin hiç işlememesi nedeniyle sorumlu tutulamaz. Ancak, görevli olduğu temel görevleri mesela kolluk görevi gibi vazifeleri yapmadığı zaman bu hükme dayanarak sorumluluktan kaçınamaz[33]. Ayrıca, GÜNDAY’a göre idare yapmaya başladığı ve bir süre devam ettirdiği bir hizmeti artık iktisadi gelirlerinin yeterli olmadığını iddia ederek yerine getirmekten vazgeçmesi sorumluluktan kaçınmaya dayanak olamaz[34].

B. Hizmet Kusuru – Kişisel Kusur Ayrımı

Kamu görevlilerinin zarara sebebiyet veren davranışları hiçbir suretle idareye yüklenemeyecek nitelikteyse, bu kusurlu davranışları kendilerinin kişisel kusurunu oluşturur[35]. Kamu görevlisinin kişisel kusurundan idare değil, kamu görevlisinin kendisi haksız fiil esaslarına göre sorumludur[36]. Ancak bazı durumlarda İdarenin personeli üzerinde gözetim ve denetim vazifesinin olması, onları eğitmekle vazifeli olması, alımında ve bulunduğu göreve atamada takdir hakkına sahip olması nedeniyle kamu görevlisinin kişisel kusurunun olduğu olaylarda idarenin yine hizmet kusuruna dayalı sorumluluğu devam eder[37].

ÖZDEMİR’e göre hizmet kusuru – kişisel kusur ayrımında “hizmetten ayrılabilen kusur” kıstasını benimsemek gerekir[38]. Şayet bir davranış, yürütülen hizmete ve fonksiyona ters ve yabancı bir nitelikte ise, kişisel kusurdur; tersi durumda, bir davranış, yürütülen hizmetin ve fonksiyonun yerine getirilmesi amacıyla yapılmışsa bu takdirde hizmet kusuru söz konusu olur[39].

Kamu görevlilerinin öncelikle kusurlu davranışının hizmet içinde mi, yoksa hizmet dışında mı meydana geldiğinin tespit edilmesi gerekir. Şayet kusurlu davranış hizmet dışında, kamu görevi ve faaliyetinden mutlak bir şekilde ayrılacak şekilde meydana geldiyse, bu kamu görevlisinin kişisel kusurudur ve o kamu görevlisi haksız fiil esaslarına göre her birey gibi sorumludur[40]. Mesela kamuda çalışan bir bilgisayar teknisyeninin akşam bilgisayarına yüklediği bir programdan dolayı bilgisayarı çöken ve zarar gören komşusu, idare aleyhine hizmet kusurundan kaynaklı tam yargı dava açamaz. Bu kamu görevlisine karşı, özel sektörde faaliyet gösteren her hangi bir teknisyen gibi haksız fiil esaslarına göre dava açabilir.

Diğer taraftan, kamu görevlisinin hizmet içindeki kusurlu davranışları bazı durumlarda idarenin hizmet kusuru ilkesine göre idarenin sorumluluğunu doğurur, ancak diğer bazı durumlarda, hizmet içinde olsa dahi, ilgili kamu görevlisinin kişisel kusuru olarak kabul edilmektedir[41]. Bunlar:

Belediye başkanı olan bir kişinin davacıya keyfi davranması, alanı dışında iş vermesi veya hiç vermemesi, rencide edici davranışlarda bulunması, bilerek sevk kağıdını imzalamaması, geç imzalaması, ödemelerde zorluk çıkarması sebebiyle adli yargıda açılan manevi tazminat davasında Yargıtay, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken kişilere zarar vermesi, ilgili kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturacağını, bu durumda sorumlunun, kamu görevlisinin emrinde çalışmakta olduğu kamu kurumu olduğunu, davanın o kurum aleyhine idari yargı yerinde açılması gerektiğini belirtmiştir[42].

Öte yandan, Anayasamızın 129/5 inci maddesi uyarınca memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir. Bu kuralın tek istisnası, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28/4 üncü maddesinde yer alan mahkeme kararlarını kasten otuz gün içinde yerine getirmeyen kamu görevlilerinin kendileri aleyhine de tazminat davası açılabilmesine izin veren düzenleme idi. Nitekim Anayasa Mahkemesi de, kamu görevlilerinin yargı  kararlarını yerine getirip getirmeme hususunda seçimlik hakka sahip olmadıklarını, kasten yerine getirmeme eylemlerinin Anayasa’nın 129/5 inci maddesi kapsamında olmadığına karar vermişti[43]. Ancak, söz konusu 28/4 üncü madde, 21.2.2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’un 18 maddesi ile kaldırılmış ve artık mahkeme kararlarının süresi içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi hâlinde tazminat davası yerine getirmeyen kamu görevlilerinin kendileri aleyhine değil, ilgili idare aleyhine açılabilecektir.

III. KUSURSUZ SORUMLULUK

A. Genel Olarak

Devletin yüklendiği görev ve faaliyetlerin artması ve daha komplike hale gelmesi sonucu hizmet kusuru ilkesi yeterli gelmemeye başlamıştır. Anayasalarda sosyal devlet ilkesine yer verilmesi ve Devletin görev ve faaliyetlerinin artması ile beraber bireylerin zarar görme ihtimalleri de artmış ve böylece idarenin kusuru aranmaksızın idari eylem ile zarar arasında nedensellik bağının olduğu durumlarda, idarenin kusursuz sorumluluk ilkesine göre sorumlu olması gerektiği yargı içtihatları ile benimsenmiştir[44]. İdari yargının bir icadı olan kusursuz sorumluluk için zarara sebep olmak gerekli ve yeterlidir[45].

B. Tehlike (Risk) İlkesi

Özel Hukuktan alınan ve “her nimetin bir külfeti vardır” prensibine dayanan bu ilke, riskli faaliyetlerde bulunan idarenin, meydana gelen zararlı sonuçlardan, hiçbir şekilde kusuru bulunmasa dahi sorumlu olması gerektiğini ifade eder[46]. Tehlike ilkesi, Mecelle’nin 88. maddesi olan “külfet nimete, nimet külfete göredir” kuralı ile çok veciz bir şekilde ifade edilmiştir[47].

Türk İdare Hukukunda risk ilkesinin uygulandığı durumlar:

1. İdarenin Tehlikeli Faaliyetleri veya Araç-Gereçleri

İdarenin özelliği ve doğası gereği yaptığı bazı faaliyetler veya araç-gereçleri tehlikelidir ve bunların sebep olduğu zararlar, idarece herhangi bir kusuru olup olmadığına bakılmaksızın tazmin edilmesi gerekir[48].

Danıştay’a göre, İdare bomba imha işinden kaynaklanan zararı kusuru olmasa dahi kusursuz sorumluluk ilkesine göre karşılaması gerekir[49].

2. Mesleki Risk

Özel sektörde çalışan işçiler gibi, kamu sektöründe görev yapan kamu görevlileri de mesleki kaza riskiyle karşı karşıya kalabilirler. Kamuda görev ve faaliyette bulunan bir kişinin görevini ifa ettiği esnada veya görevi sebebiyle bir zarara duçar olması durumunda, oluşan bu zarar mesleğinin karşı gelinemez bir riski olarak değerlendirilir ve İdarece her hangi bir kusurun olup olmadığına bakılmaksızın tazmini gerekir[50]. Kamu görevlilerinin iş kazası ya da meslek hastalığı sebebiyle zarar görmeleri halinde, mesleki risk ilkesi uyarınca İdare kusursuz sorumluluk esasına göre sorumlu olur[51].

Mesleki risk ilkesine göre hazırlanan 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkındaki Kanun uyarınca kolluk görevlilerinin kendilerine veya yakınlarına uğradıkları zararlar için tazminat ödenmekte, bunların dışındaki diğer kamu görevlilerinin mesleki risk ilkesi uyarınca bir zarara uğramaları durumda ise, genellikle İdareler yargı kararlarına göre oluşan zararları tazmin etmektedir[52].

Danıştay bir helikopteri tamir ederken parmakları sakatlanan kamu görevlisine[53] ve bir vagondan gelen gürültü sebebini öğrenmek için vagon kapısını açarak bandajlara bakmak istediği esnada dengesini kaybederek düşen ve sakatlanan tren makinistine[54] mesleki risk ilkesine göre İdarece tazminat ödenmesi gerektiğine karar vermiştir.

3. Sosyal Risk

İdarenin terör saldırıları sebebiyle zarar gören bireylerin zararlarını, nedensellik bağı bulunmasa bile kusursuz sorumluluk kurallarına göre tazmin etmesi gerektiği ifade eden ilke sosyal risk ilkesidir[55]. Anarşi ve terör olaylarında, idareye karşı yapılan tek suçlama, idarenin bu tür olaylara engel olamamasıdır[56]. Sosyal risk ilkesi, özellikle nedensellik bağının olmadığı idarî olaylarda uygulanabilir[57]. Bu ilkeye gereğince, İdarenin, en temel görevlerinden olan kamu güvenliği sağlayamayarak terör olayının meydana gelmesini önleyemediyse, zarara uğrayanın zararını tazmin etmekle yükümlü olduğunu ifade eder[58]. Sosyal risk ilkesine göre, zarar İdarenin kendi personelinin davranışından değil, İdareye yabancı olan kişi ve grupların İdarece önlenemeyen veya önlenmesi daha büyük zararlara sebebiyet verebilecek olan davranışlarından meydana gelir[59].

Danıştay, evin mutfağında otururken, teröristlerce açılan taciz ateşi sonucu yaralanma olayında[60] ve karakolun önünde teröristlerce yapılan saldırı sonucu aracın hasara uğraması olayında[61] idarenin sosyal risk ilkesine göre sorumlu olduğuna karar vermiştir.

C. Fedakârlığın Denkleştirilmesi İlkesi

İdareler yapmış oldukları kamu hizmetini toplumun tamamının yararlanması amacıyla yapmaktadır. Fakat bazı durumlarda İdarenin faaliyetleri sebebiyle bazı bireyler belli bir külfete maruz kalmış olabilirler. İşte bu gibi kamu yararı amacıyla yapılan faaliyetlerden veya hizmetlerden zarara uğrayan kişilerin üstlendikleri fedakârlığın İdarece herhangi bir kusur olup olmadığına bakılmaksızın tazmin edilmesi, yani fedakârlığın belli kişiler üzerinde bırakılmayarak herkese dağıtılması amacıyla fedakârlığın denkleştirilmesi ya da diğer bir ifadeyle kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi benimsenmiştir[62]. Bazı kişilerin toplumun diğerine göre özel ve olağandışı zarara uğramaları durumunda fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesi uygulanır[63]. Kamulaştırma, bu ilkenin en göze çarpan uygulama sahasıdır[64].

Danıştay, petrol boru hattı döşenirken su taşkınlarından koruyan doğal engellerin kaldırılması sebebiyle su baskınına maruz kalınan yerde oluşan zararda[65], sulama kanalı içerisinde bulunan yabani otları yok etmek için yapılan ilaçlama neticesinde sebzelerde oluşan zararda[66] fedakârlığın denkleştirilmesi ilkelerine göre İdare tarafından tazminat ödenmesi gerektiğine karar vermiştir. Ancak Marmaray Projesi kapsamında yapılan inşaat çalışmaları sebebiyle aynı cadde üzerinde işyeri bulunan bir davacı tarafından, uğranıldığı ileri sürülen maddi zararın tazmini istemiyle açılan davada ise, Danıştay, zarar kalemlerinin veya katlanılan sıkıntının cadde üzerinde bulunan bütün işyeri sahipleri tarafından da ileri sürülebileceğini, bu haliyle davacı tarafından uğranıldığı ileri sürülen zarar kalemlerinin, diğer işyeri sahiplerinden farklı, özel ve olağandışı bir nitelikte olmadığını, kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesini ihlal edecek nitelikte ve ağırlıkta bir zararın davacı yönünden gerçekleşmediğini belirtmiştir[67].

IV. SORUMLULUĞUN ŞARTLARI

A. İdari Davranış

İdareyi kusurlu veya kusursuz sorumluluk ilkelerine göre sorumlu tutabilmemiz için öncelikle icraî veya ihmali bir idari eylem veya işlemin olması gerekir[68]. Oluşan zararda failin ve sorumlunun idare olması gerekir[69]. Mücbir sebepte, zarar görenin kendi kusurunda ve üçüncü kişinin kusurunda doğrudan doğruya idareye atıf ve isnat edilebilen bir durum söz konusu değildir[70].

B. Zarar

İdari davranış kişiler üzerinde maddi veya manevi bir zarara sebebiyet vermelidir ki, İdare sorumlu olabilsin[71]. Olmayan bir zarar için hiçbir İdare sorumlu tutulamaz. Ortada tazmini gekli bir zarar yoksa, ne özel hukukta, ne de idare hukukunda tazminat sorumluluğu bulunmaz[72]. İdarenin sorumluluğunu doğuran zararın da malum ve muayyen olması gerekir[73]. Doğması muhtemel ancak daha doğmamış zararlar için bir sorumluluk söz konusu değilken, ilerleyen zamanlarda doğacağı kesin olan zararlar ise, daha doğmamış olsalar bile İdarenin sorumluluğunu doğurur[74]. Bir zararın tazmini için, gerçekleşmiş, mutlak ve kesin olarak hesabı mümkün, gerçek, parayla ölçülebilir ve hukuk tarafından korunan bir menfaate yönelik bir zarar olması gerekir[75].

Öte yandan, maddi zarar, bir kişinin mal varlığında meydana gelen gayri iradi zarar olup, mahrum kalınan kazanç maddi zarar olarak kabul edilmektedir[76]. Maddi tazminata örnek olarak, bedensel sakatlık sebebiyle oluşan çalışma ya da kazanma gücünde kayıp, tedavi için yapılan giderler, işten geri kalma, tamir giderleri, üretim giderleri, tamir esnasında elde edilemeyen kazanç, araçta oluşan değer kaybı, ölüm sebebiyle mahrum kalınan ekonomik yardım ve menfaatler gösterilebilir[77].

Ayrıca, bazı durumlarda parayla karşılanması mümkün olmayan, ama kişinin acısını hafifletmeye yarar sağlayan manevi zararın İdare tarafından tazmini gerekir[78]. Bireylerin kişiliğine, onuruna, haysiyetine, vücut bütünlüğüne veya yakınlarına karşı yapılan saldırılar sebebiyle maruz kaldığı bedeni ve psikolojik acı ve tedirginlikler manevi zararı oluşturur[79].

C. Nedensellik ya da İlliyet Bağı

İdarenin sorumluluğu için aranan şartlardan bir diğeri de, idari davranış ile oluşan zarar arasında sebep-sonuç bağı bulunması, yani idarî davranışın zararın sebebini oluşturması gerektiğini ifade eden nedensellik bağı (illiyet rabıtası) dır[80]. İdarî davranış ile meydana gelen zarar arasında illiyet bağının olmaması idareyi sorumlu olmaktan kurtarır[81]. Bazı teknik uzmanlık gerektiren durumlarda böyle bir illiyet bağını tespit edebilmek için bilirkişi incelemesi yaptırmak gerekebilir[82]. Zira bazı konular, hâkim tarafından bilinmesi mümkün olmayan, özel ve teknik bilgiyi gerektirir[83].

V. SORUMLULUĞUN KALKMASI VE AZALMASI

A. Zorlayıcı Sebepler (Mücbir Sebep)

Deprem, sel, toprak kayması gibi tahmin edilmesi ve engellenmesi mümkün olmayan, İdarenin tamamen iradesi dışında meydana gelen ve idari faaliyetin veya görevin yerine getirilmesini imkânsız hale getiren mücbir sebeplerin bulunması durumunda, idareyi kusurlu ve kusursuz sorumluluk ilkelerine göre sorumlu tutmak mümkün değildir[84]. Mücbir sebebin gerçekleştiği durumlarda, idareye tamamen yabancı, önlenmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olgular söz konusudur[85]. Yine, mücbir sebebin unsurları arasında kusursuzluk, öngörülemezlik ve gerçeklik yer alır[86]. Mücbir sebep durumunda, idarenin davranışı ile meydana gelen zarar arasında illiyet bağı bulunmamaktadır[87]. Sık sık muhatap olunan olaylar, mücbir sebep olarak görülmemektedir[88].

B. Beklenmeyen Haller

İdari davranış içerisinde, idarenin tasarrufu dışında meydana gelen ve engellenemeyen, kamuya ait bir vasıtanın tekerinin patlaması gibi beklenmeyen haller idarenin kusurunu kaldırır ve ancak, şartları varsa, kusursuz sorumluluk ilkelerine göre sorumluluğunu gerektirir[89]. Beklenmeyen haller, mekanik bir kaza ya da nedenin belirsizliğini muhafaza ettiği durumlarda gündeme gelir[90].

C. Zarar Görenin Kusuru

Zarar, zarar gören kişinin kendi eyleminden meydana gelmişse, artık idare atfedilebilir bir zarardan söz edilemez[91]. Meydana gelen zarar, tamamen zarar gören kişinin kusurundan oluşmuşsa, artık nedensellik ilişkisi kesilmiştir ve İdare ne kusurlu ne de kusursuz sorumluluk ilkelerine göre sorumlu olur[92]. Ancak zarar gören kişinin kusuru, meydana gelen zararının miktarını arttırmışsa, bu durumda, idarenin tazmin borcu ortadan kalkmaz, fakat idarenin sorumluluğu azalır[93].

D. Üçüncü Bir Kişinin Kusuru

Meydana gelen zarara İdare değil de, tamamen üçüncü bir kişi sebebiyet vermişse, bu durumda İdarenin değil, üçüncü kişinin sorumluluğuna gidilir[94]. Üçüncü kişi, İdare ile aralarında hukuki bir münasebet olmayan kişiyi ifade eder[95]. Üçüncü kişi, yabancı bir makam ya da uluslar arası bir organizasyon da olabilir[96]. Öte yandan, oluşan zarara hem İdare, hem de üçüncü kişi sebebiyet vermiş ise, o zaman İdare kusuru oranında sorumlu olacaktır[97].

[1] Anayasa m. 125/son.

[2] GÜNDAY Metin, İdare Hukuku, 10. Baskı, Ankara 2013, s. 369.

[3] ATAY Ender Ethem, İdare Hukuku, 2. Baskı, Ankara 2009, s. 705.

[4] GÜNDAY, age., s. 369.

[5] GÜNDAY, age., s. 369.

[6] ATAY, age., s. 711-722.

[7] ÖZDEMİR Necdet, Hizmet Kusuru Teorisi ve İdarenin Sorumluluğu, Ankara 1963, s. 29.

[8] ÖZDEMİR, age., s. 35.

[9] ÖZDEMİR, age., s. 35.

[10] ATAY, age., s. 712.

[11] ÖZAY İl Han, Günışığında Yönetim, İstanbul, 1996, s. 746-747.

[12] ÖZDEMİR, age., s. 43.

[13] ATAY, age., s. 705.

[14] ÖZDEMİR, age., s. 47.

[15] Danıştay Onuncu Dairesi, E. 2002/7475, K. 2003/5193, T. 16.12.2003.

[16] GÜNDAY, age., s. 373.

[17] ÖZAY, age., 754; GÜNDAY, age., s. 373.

[18] ATAY, age., s. 714.

[19] ÖZDEMİR, age., s. 43.

[20] GÜNDAY, age., s. 370.

[21] Danıştay Altıncı Dairesi, E. 2002/4271, K. 2004/995, T. 23.2.2004.

[22] Danıştay Onbirinci Dairesi, E. 2005/5144, K. 2007/5685, T. 30.5.2007.

[23] GÜNDAY, age., s. 371; ÖZDEMİR, age., s. 68.

[24] GÜNDAY, age., s. 371.

[25] ÖZDEMİR, age., s. 69.

[26] GÜNDAY, age., s. 371.

[27] ÖZDEMİR, age., s. 72 ve 74.

[28] GÜNDAY, age., s. 372; ÖZDEMİR, age., s. 59.

[29] ÖZDEMİR, age., s. 59.

[30] GÜNDAY, age., s. 372.

[31] ÖZDEMİR, age., s. 58.

[32] ÖZDEMİR, age., s. 65 – 66.

[33] GÜNDAY, age., s. 373.

[34] GÜNDAY, age., s. 373.

[35] ONAR Sıddık Sami, İdare Hukukunun Umumi Esasları, C. III, 3. Bası, İstanbul 1966, s. 1699.

[36] GÜNDAY, age., s. 374.

[37] GÜNDAY, age., s. 374.

[38] ÖZDEMİR, age., s. 157.

[39] ÖZDEMİR, age., s. 157.

[40] GÜNDAY, age., s. 374.

[41] GÜNDAY, age., s. 374.

[42] Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi, E. 2013/9445, K. 2013/12139, T. 24.6.2013.

[43] Anayasa Mahkemesi, E. 2012/22, K. 2012/133, T. 27.09.2012.

[44] GÜNDAY, age., s. 379.

[45] ATAY, age., s. 737.

[46] GÜNDAY, age., s. 379.

[47] İLHAN Cengiz, Hukukun Doksan Dokuz İlkesi, 2. Baskı, İstanbul 2008, s. 76.

[48] GÜNDAY, age., s. 380.

[49] Danıştay Onuncu Dairesi, E. 1996/3996, K. 1997/2544, T. 23.6.1997, DD. 95, s. 637.

[50] GÜNDAY, age., s. 380.

[51] GÖZLER Kemal, İdare Hukuku, C. II, 1. Baskı, Bursa 2003, s. 1098.

[52] GÜNDAY, age., s. 381.

[53] Danıştay Onikinci Dairesi, E. 1970/2380, K. 1971/729, T. 29.3.1071, ESİN Yüksel, Danıştay’da Açılacak Tazminat Davaları, İkinci Kitap: Esas, İdarenin Hukuki Sorumluluğu, 2. Baskı, Ankara 1976, s. 152.

[54] Danıştay Onikinci Dairesi, E. 1968/989, K. 1970/2493, T. 22.12.1070, ESİN, age., s. 151-152.

[55] GÜNDAY, age., s. 381.

[56] GÖZÜBÜYÜK Şeref/TAN Turgut, İdare Hukuku, C. I, Genel Esaslar, 8. Bası, Ankara 2011, s. 756.

[57] ESİN, age., s. 155.

[58] GÜNDAY, age., s. 382.

[59] AZRAK Ali Ülkü, “İdarenin ‘Toplumsal Muhatara (Sosyal Risk) Kuramı’na Göre Kusursuz Sorumluluğu”, İdare Hukuku Alanında Sorumluluk, Sorumluluk Hukukunda Yeni Gelişmeler III. Sempozyumu, Ankara, 12-13 Mayıs 1979, İstanbul 1980, s. 137.

[60] Danıştay Onuncu Dairesi, E. 1994/1514, K. 1995/4115, T. 04.10.1995, ATAY, age., s. 748.

[61] Danıştay Onuncu Dairesi, E. 1994/1100, K. 1995/4849, T. 24.10.1995, ATAY, age., s. 748-749.

[62] GÜNDAY, age., s. 382.

[63] ATAY, age., s. 751.

[64] GÜNDAY, age., s. 383.

[65] Danıştay Onikinci Dairesi, E. 1969/1476, K. 1971/1313, T. 24.5.1971, ESİN, age., s. 184-185.

[66] Danıştay Onikinci Dairesi, E. 1966/1597, K. 1967/2192, T. 20.12.1967, ESİN, age., s. 186.

[67] Danıştay Onuncu Dairesi, E. 2008/188,  K. 2012/934, T. 16.3.2012.

[68] GÜNDAY, age., s. 384.

[69] ATAY, age., s. 698.

[70] ONAR, age., s. 1718.

[71] GÜNDAY, age., s. 384.

[72] ÖZAY, age., s. 787.

[73] ONAR, age., s. 1716.

[74] GÜNDAY, age., s. 384.

[75] ATAY, age., s. 690-693.

[76] GÜNDAY, age., s. 384.

[77] GÜRAN Sait, “Türk İdare Hukukunda Tazminat Miktarının Saptanması”, İdare Hukuku Alanında Sorumluluk, Sorumluluk Hukukunda Yeni Gelişmeler III. Sempozyumu, Ankara, 12-13 Mayıs 1979, İstanbul 1980, s. 153-154.

[78] ÇAĞLAYAN Ramazan, İdarî Yargılama Hukuku, 4. Baskı, Ankara 2014, s. 578.

[79] GÜNDAY, age., s. 384.

[80] ONAR, age., s. 1722.

[81] ÖZAY age., s. 735.

[82] GÜNDAY, age., s. 385.

[83] KURU Baki/ARSLAN Ramazan/YILMAZ Ejder, Medenî Usul Hukuku, 12. Baskı, Ankara 2000, s. 508.

[84] GÜNDAY, age., s. 385.

[85] ATAY, age., s. 755.

[86] YAYLA Yıldızhan, “İdarenin Sorumluluğu ve Mücbir Sebep”, İdare Hukuku Alanında Sorumluluk, Sorumluluk Hukukunda Yeni Gelişmeler III. Sempozyumu, Ankara, 12-13 Mayıs 1979, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, İstanbul 1980, s. 47.

[87] GÜNDAY, age., s. 385.

[88] YAYLA, agm., s. 51.

[89] GÜNDAY, age., s. 386.

[90] ATAY, age., s. 758.

[91] ONAR, age., s. 1721.

[92] GÜNDAY, age., s. 386.

[93] ATAY, age., s. 759.

[94] GÜNDAY, age., s. 386.

[95] ATAY, age., s. 762.

[96] ONAR, age., c. III, s. 1721-1722.

[97] GÜNDAY, age., s. 386.